13 Eylül 2020

başarılı (6 dk.)



Başarılı Olmak ya da olmamak. Kime göre. Var mı net bir mezura ölçecek. Boyumu mezura ile ölçerim ben. Çünkü onu geçemem zaten. Sınırlarım var mı? var ama haddimi bilirim. Başkasının alyuvarları gibi kanında gezmek istemem. Kanım bana yetmiyor. Rengi de değişti zaten. Yeşil kanlar içinde bir kertenkele raylarda üç parça yatıyordu. Ben de yattım raylara. Kanım yeşil olsun diye. Trenin sirenini duyuyorum. Burnum kanadı heyecandan. Baktım kanım hala kırmızı. Kaçtım raylardan. Arkamdan bir ton küfür tabi. Küfürleri balya balya bir ambara yükledim. Benzim döktüm üstüne yakıcam. Bir psikopat geldi, burası sanki müze dedi. Hayran hayran balyaları gezdi. Sanata saygım var. Yakamadım ama o benzini üstüne döktü kendini de yaktı balyaları da. Bu kadar sanat bana bile çok fazla diye bağırıyordu. Yanığın söndürmek için veterinerler geldi. Burada hayvan yok ki. Ne işiniz var dedim. Boynuma tasmayı taktılar koydular kafese. Kafeste tek değildim ama yine yalnızdım. Kafesi herksin görebileceği bir meydanda bir anıt heykelin kılıç tutan elinden aşağı saldılar. Heykelin elindeki av gibi görünüyorduk. İşte geçek özgürlük heykeli budur dedim.  İnsanlığa hizmet ediyorum diye çok mutluydum.

19 Temmuz 2020

kızgın (6dk.)


Dudaklarından dökülen onca kızgın sözlere rağmen gözlerinde yeniden beraber olmamızı istediğini görüyordum. Ne garip bir cesaret verici histir bu ve gizli bir haz da var içinde hafif sadistçe. Benden alıp götürdükleri için mi onu deliler gibi istiyor olamam rağmen anlamaz takılıyorum hala. Kalbim göğsümden çıkmış o şu kapıdan girdiğinden beri. Ben ise beynim ile onu umursamaz görünmeyi nasıl başarabiliyorum. O gittikten sonra yine kırık kalbimle baş başa kalacak olan ben değil miyim ki. Beynimin oynadığı bu yanıltmalar ne kadar yordu şu aşka susamış ruhumu. Prangalara bağlı olsaydı yüreğim de, ona doğru bu denli yine fırlamasaydı. Ya fark ederse diye nasıl ödüm kopuyor. Hala ona aşığım diye adeta korkudan titriyorum. Bilirse sanki bana işkence yapacakmış gibi geliyor okşamasıyla, tebessümü ile. Zira ben onunla beraber iken, sadece ona dokunabildiğim günler beslenebildim. Ve ayrılık dedikleri bende bir yalnızlık orucu oldu aslında.


esrarengiz (6dk.)


Esrarengiz bir adam gibi gelmişti herkese daha içeri girer girmez. Ama o kadar samimi bir gülüşle tek tek herkesi gözlerine bakarak selamladı ki, çok çabuk yıktı tüm önyargıları. Ama ben bunun bir aldatmaca olduğunu biliyordum ve ona hiç prim vermeye niyetim yoktu. Sanırım onun gülümsemesine cevap vermeyerek bunu fazla belli ettim ki, en son bakışları bende kaldı ve barmene dönüp benim içiyor olduğum içkiyi göstererek aynısından dedi. Barmen bana baktı ve benden onay istercesine gözlerimizle anlaştık. Adam buna anlam veremez şekilde tebessüm etti ve başını öne eğerek mırıldandı; “ilkel bir kasabada ne beklersin ki?” Bu söz barmene tokat gibi çarptı ve tam içkiyi önüne koyuyordu ki üstüne doğru bilerek döktü ve alaylı tonda şöyle dedi; “ Pardon, ilkellik işte.” Yabancı ufak yerlerin töre ve adetlerini bilmeden tüm karizmasını sıfırladı. Hem de karizmasını tavan yapmaya çalışırken. Hep öyle olmaz mı zaten?


o an (6dk.)


O an onun yerinde olsaydım diye düşündüm. Ne zor bir durum. Yok. Hayır. Ben onun kadar sabırlı olamazdım sanırım. Bunca ağır hakarete rağmen nasıl bu kadar dingin olmayı başarabiliyor. Onun dinginliğinden ona ben bile öfkeleniyordum. Nerdeyse, “versene şunun ağzını payını” diye bir de ben çıkışmaya başlayacaktım ona. Zira öyle bir teşebbüssüm olsa da beni de kala almazdı sanırım. Bu karmaşık düşünceler içinde onun yerinden kalktığını gördüm ve sakince adama yaklaştı. Adeta özür dileyecekmiş gibi bir ifade vardı vücut dilinde. Öfkeli bağrışan birden sustu ve ne diyecek diye kibirlice bekler oldu. O dingin adam paltosunun altından çıkardığı palaya benzer bıçağı sakince yandaki bankın üzerine koydu ve şöyle seslendi; “şimdi seni dövücem. Çünkü kesip de kanın üzerimi kirletsin istemiyorum.” Dingin adam kollarını sıvarken, kenarda duran palayı gören kuru kabadayı, kendini gönüllüce dövülmeye bırakmış haldeydi.


namlu (6dk.)


Enseme dayanmış olan namlu, sanki start atışı yapacak yeni başlayacak bir maratona. Ölümüme saniyeler kala nasıl bir saçma bekleyiş ve bir umutla benzetiştir bu. Hiç tanımadığım bir adam dizlerim üzerine beni çöktürmüş, cüzdanımı bile istemeden namluyu enseme dayamış, hadi dua et diyor. Gel de sen et. Aklıma sadece birazdan ilk kez koşacağım maratonun start atışını yapacağı geliyor. Tek başıma koşacağım bir maraton. Yarış olmayan ama mecburen koşulacak bir maraton. Kazandım mı kaybettim mi nasıl öğreneceğimi bilmediğim bir maraton.  Kimler beni seyredecek, kimler beni destekleyecek, kimler bana yuh çekecek koşarken bu mecburi maratonumu. Çek tetiği çek, yüzünü görmediğim sonumun başlangıcı. Sen bunu görev bilmişsin madem kendine biz de koşarız elbet gücümüz el verdiğince. Zaten bu atışı bekledim tüm hayatım boyunca koşayım da adam olayım diye. Ama gelmedi o start işte. Hadi ver start bilinmezliğe. Bir de orada izleyim kendimi, belki takdir ederim kendimi bu sefer.


ne kadar (6dk.)


Daha ne kadar dayanabileceğimi bilmiyordum. Gücüm tükenmek üzereydi. Onu bırakmak kendimi yokluğa bırakmak ile aynıydı ama nasıl karşı koyabilecektim? Parmaklarımın arasından onun parmakları kayar gibi olurken daha sıkı tutmak için çabalıyordum. Bana bakarken gözlerinde sanki üzülme der gibi bir ifade vardı. Onu bırakırsam bana kızmayacağına dair bir güvence ile göz bebekleri ile onay verdi. Ama benim çaresizliğim onu nasıl bırakırımdan çok onsuz yaşamaya nasıl devam ederimdi. Ne parmaklarımız ne de kollarımı ne de omuzumu artık hissetmez olmuştum. Eğer onu daha fazla tutamazsam ve elimden uçarsa istemsizce yokluğa, kulaklarım duyacağı o son çığlığı, nasıl çıkarabileceğim gelecekte göreceğim tüm kabusların merkezinden. Her gece tekrar tekrar ölmek mi yoksa onun bedeni ile beraber kendimi de sonsuz beraberliğe doğru bırakmak mı? İşte sıcak gelen bu düşünce, damarlarımda gezen adrenaline dönüşüyordu. Bakışlarımdan ne yapacağımı anladığında, ölüme giderken korkmayan o gözleri, sakına dercesine şimdi dehşetle bana bakıyordu. 

sabah (6dk.)


Ne kadar sessiz bir sabah. Her şeyin sıfırlandığı bir gün mü yoksa? Daha dün gece ne kadar neşe dolu kahkahalar doluydu bu ev. Şimdi neden böyle gamlıyım?  Sanki bir anda silindi her şey. Tam da hatırlayamıyorum olanları. Zil çaldı. Kapıya gittim ama tereddütlerdeyim. Nedense bir ürperti var içimde. Açtım kapıyı kim o demeden. Bir teslimiyet var olacaklara her nedense. O yaşlı komşu kadın öfke ile baktı bana ve yüzüme tükürür gibi bağırdı. “O kadına neden eziyet ediyorsun? Yazık değil mi? Bırak o kadını. Seni polise şikâyet edicem.” Ben kime eziyet ettim ki? Bir kadın var hayatımda o da eşim ve ben ona asla zarar vermem. Ona şaşkınlıktan cevap veremezken ikimiz de yerlerin ıslaklığını fark ediyoruz. Banyodan gelen su evin her yerini kaplamış neredeyse. Kadın nedeni biliyormuşum gibi cevap ister şekilde bakıyor bana. Bense banyoda neler olmuş o kadar meraktayım ki.