şehit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şehit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

02 Mayıs 2021

Ben Zeynep

 


Yiğidim ben Zeynep,

Rabbimin selamı ve rahmeti üzerine olsun. Bilirim pek bi şaşırmışsındır bu mektubu okurken. Zira ben okuma yazma bilmem. Muhtara da utanırım diye gidip yazdıramam. Köye bir muallime geldi, Suna abla. O yazıyor sağ olsun bu mektubumu sana. Kader arkadaşı olduk onunla. Sen ve diğer yiğitler gittikten sonra, mektebe giden on üç yaşında çocuklara kadar aldılar askere. Mektepte öğrenci kalmadı, o da bizim gibi cepheye yardım ediyor. Öyle tanıştık zaten, beraber çarık dikiyoz, çorap örüyoz onları güzelce paketliyoz cuma günleri gelen komutana teslim ediyoz.

Çarık çorap örerken, hep seni düşünürüm. Esasen hep düşünürüm de çarıkları bitirirken son ilmiği arkasında üst üste  düğümlüyorum, düğümlüyorum belki bir çifti sana denk gelir de benim ördüğümü bilirsin. Bilesin ki gölüm de sana üst üste düğümlüdür. Ne uzak açar, ne zaman açabilir o düğümleri.

Yiğidim Ali, bilirim ki şehadet ancak bizi ayırır. Duysam ki Alim şehit düşmüş, bil ki Zeynep kahrolur, sana kavuşamadı diye değil, şehit olup seninle cennette görüşemem diye.

Hem isterim sana kavuşmayı delicesine, hem de derim kendime her gün, dönmezse de üzülme, o şehittir, mekanı cennettir diye.

Eğer sağ isen, bu mektubu okurken bil ki, gönlüm senin hasretinle yanıyor olsa da, analarımızdan atalarımızdan gördüğümle derim ki, "ya şehit ol, ya gazi. Yeter ki o gavur ayağını bir daha bu topraklara uzatamasın. Bilsinler ki, yiğitlerimizi kahpece harcasalar bile, o yiğitleri doğuran kadınlar hayatta iken bu topraklarda kalamazlar.

Alim, yiğidim, muallime Suna ile sarıldık birbirimize biraz. Ağladı o yazamadı bi süre, ben de ona sarıldım ağladım. Dedi ki, Zeynep, Alin sana kavuşacak, biz de tüm gavurları denize gömeceğiz inşallah.

Alim, ben hiç mektebe gitmedim ama köyde duyardım ki en doğruyu hep muallimler söyler. Suna ablam doğru söylüyor yine değil mi? Onları denize gömüm bana geri döncen değil mi Alim.

Suna ablam yazarken başını sallıyor evet diye. Alim, yiğidim, çarıklarının arkasında ki düğümlere bakmayı unutma. Beni, seni seveni, unutma Alim.

Hadi kal sağlıcakla,

Gazan mübarek olsun

Zeynep


11 Aralık 2016

Mecburi Veda



Oysa ne kadar sırandan bir gündü. Doğru dürüst vedalaşamamıştım bile evden çıkarken akşam geri geleceğimden eminmişim gibi. Bilseydim gün kararmadan birkaç dakika izlerdim bulutları, gün batımını ve denize düşen o kızıl yakamozu. Kısa bir mesaj atardım bilseydim eşime; “Gelemiycem sanırım, ama nedeni ben değilim, sen de değilsin. Nedeni boş, bom boş. Öğreneceksin zaten, üzül ama yıkılma, yıkılma çocuklarımız için…” diye yazardım. Esasında daha çok yazacaklarım var diye düşünürdüm böyle bir durumda ama nedense bu kadar daha yeterli gibi. Ama bilemedim, bu kadarını bile ona iletemedim.
İkinci oğlum daha bebek, bir buçuk yaşında. Onun nasıl büyüyüp serpildiğini göremiycem maalesef. İkisinin de mürüvvetinde gelinlerimi benim adıma kim isteyecek acaba. Neleri merak ediyor insan ölümüne belki dakikalar kalmışken. Bir dolu çuval gibi yığıldığım yerde, her ne kadar hareket etmek istesem sadece gözlerimi oynatabildiğimin farkındayım. Dışardan nasıl göründüğümü merak ediyorum esasında, zira yıkarlarken bedenimi kimseye zorluk çıkarmak istemiyorum, öyle paramparça ve biraz da eksik. Özür dilerim şimdiden tüm sevenlerimden, inanın benim hatam değildi. Elimde olsa sizi en az üzecek şekilde gitmek isterdim bu dünyadan. Ama bilemezdim. O dakika, orada olacağını bu olayın bilemezdim.
Sadece gözlerimi oynatabiliyor olmam hala bir lütuf sanki. Ama bir yandan da kulağımdaki çınlama azalıyor ve inleme çığlıkları duymaya başlıyorum. Duymasam, duymasam, duymadan o inlemeleri kayıp gitsem. Geride bırakacaklarıma rağmen sonumu sabırsızlıkla bekler durumdayım. Çünkü zor, çok zor. Duymak ve yanına gidip kulağına fısıldayamamak diğer eksik kaderdaşımın, “ Bitti, gidiyoruz, rahat ol. Yalnız değilsin, beraber gidiyoruz. Bizim suçumuz değil, üzülme, sadece sonu başlangıç gör, ve başlangıcına merhaba de.” diye.
Sonra gözümün seçebildiği en uzak noktaya odaklanıyorum, yana yığılmış, yere paralel. Bir kol ve bileğindeki camı kırılmış saate takılıyor gözüm. Saat kaç acaba şu an. Sanki çok önemliymiş gibi o dakikalarının adını koymam lazım zihnimde. Sanki günlüğüme not alacağım şu gün şu saatte oldu olanlar diye. Ama daha ürpertici olan ise, o saati tanıyorum ben. Evet o saat eşimin son evlilik yıldönümünde hediye verdiği saat. Birden kolum neden o kadar uzakta diye endişeleniyorum. Kaybolmasın, eksik kalmayayım. Nasıl bir endişe bu. Sanki tüm bedenim bana zimmetli bir emanet ve onu tam olarak geri teslim edebilmek dürtüsü. Ne garip, ne olağan dışı. Kolumu kendime çekmek için son bir gayret ama ancak yaşayınca insanın idrak edebileceği bir durum; kolumu çekip alabileceğim kolum zaten orda. Ama bunu ancak onu almaya teşebbüs ettiğinde fark ediyor insan böyle bir durumda olduğunu.
Siren sesleri, yanıp sönen mavi kırmızı ışıklar. Oysa ben henüz geçiş yapmadım. Diğerlerine benden önce gitseler bari. Benim biraz daha zamanım var galiba. Lütfen yalnızken gitmek istiyorum, ne o ambulansta acınası gözlerle yapılan müdahaleler sırasında ne de hastanede bir umutla bekleyen sevenlerimin acılarına şahit olarak. Belki bencilce, ama bu kadarını çok görmeyin bana. Benim yaşayamayacaklarımın bir kefaleti olarak görün bunu.
Annem, en çok da senin yüreğin bunu nasıl kaldıracak düşüncesi beni ürpertiyor. Yok ürperme değil, üşüyorum, titriyorum. Boynumdan beni hafif gıdıklayarak göğsüme dağılan sıcaklığın kanım olduğunu şimdi fark ediyorum titrerken. Sanırım kanım beni daha fazla taşıyamayacak ve ısıtamayacak kadar azaldı. Nabzımı geri sayan, sayarken seyrekleşen ve yavaşlayan bir gong gibi zihnimde duyuyorum. Annem, bunları yaşamak için doğurmadın sen bu evladı. Haklısın, çok haklısın, ama bilemezdim annem. Çocuklarımın büyüdüğünü görebilmek için değil, eşime bir kez daha doyasıya sarılabilmek için değil, sırf sen evlat acısı yaşama diye bunlar yaşanmasın isterdim Annem.
Ama benim elimde değildi. Ben sadece oradan geçiyordum Annem, yanlış hiçbir şey yoktu gerçekten. Yine de sana karşı kendimi suçlu hissediyorum. Bugün içinde arasaydım seni, annemsin ya derdin ki sezerek, bugün oradan gitme oğlum, başka yerden git derdin. Biliyorum, sen sezer ve derdin. Seni bugün aramadım annem. Beni affet, seni, ailemi, herkesi üzdüm bilemeden. Ama böyle olsun istemezdim Annem, böyle olacağını bilemezdim.
Sıradan bir gündü. Ne rüzgâr farklı esiyordu, ne de güneş farklı kızarmıştı batarken. İçtiğim kahvenin tadı da aynıydı bu sabah, altı değişirken huysuzluk yapan minik oğlumun çıkardığı mızmızlanma sesleri de. Bir ipucu olsaydı, hepinizi nasıl öper koklardım evden çıkmadan. Tüm gün o kokuyu içimde tutardım bir nefes gibi.  Ama… Ama... Sanırım vakit geldi. Son nefesi çekiyorum yanık ve barut kokusuna rağmen. Koşarak gelen sedyelileri seçiyor gözüm. Gülümsüyorum, acaba fark edebiliyorlar mı giderken gülümsediğimi. İnşallah fark ederler ve eşime iletirler; “ Gülümsüyordu”.

10 Aralık 2016’da Dolmabahçe ve Maçka Patlamasında Kaybettiklerimizin Anısına. Mekanları Cennet Olsun.
Erdem Kıralı - 11 Aralık 2016 14:41