Oysa ne kadar sırandan bir gündü.
Doğru dürüst vedalaşamamıştım bile evden çıkarken akşam geri geleceğimden
eminmişim gibi. Bilseydim gün kararmadan birkaç dakika izlerdim bulutları, gün
batımını ve denize düşen o kızıl yakamozu. Kısa bir mesaj atardım bilseydim
eşime; “Gelemiycem sanırım, ama nedeni ben değilim, sen de değilsin. Nedeni boş,
bom boş. Öğreneceksin zaten, üzül ama yıkılma, yıkılma çocuklarımız için…” diye
yazardım. Esasında daha çok yazacaklarım var diye düşünürdüm böyle bir durumda
ama nedense bu kadar daha yeterli gibi. Ama bilemedim, bu kadarını bile ona
iletemedim.
İkinci oğlum daha bebek, bir
buçuk yaşında. Onun nasıl büyüyüp serpildiğini göremiycem maalesef. İkisinin de
mürüvvetinde gelinlerimi benim adıma kim isteyecek acaba. Neleri merak ediyor
insan ölümüne belki dakikalar kalmışken. Bir dolu çuval gibi yığıldığım yerde,
her ne kadar hareket etmek istesem sadece gözlerimi oynatabildiğimin
farkındayım. Dışardan nasıl göründüğümü merak ediyorum esasında, zira
yıkarlarken bedenimi kimseye zorluk çıkarmak istemiyorum, öyle paramparça ve
biraz da eksik. Özür dilerim şimdiden tüm sevenlerimden, inanın benim hatam
değildi. Elimde olsa sizi en az üzecek şekilde gitmek isterdim bu dünyadan. Ama
bilemezdim. O dakika, orada olacağını bu olayın bilemezdim.
Sadece gözlerimi oynatabiliyor
olmam hala bir lütuf sanki. Ama bir yandan da kulağımdaki çınlama azalıyor ve
inleme çığlıkları duymaya başlıyorum. Duymasam, duymasam, duymadan o inlemeleri
kayıp gitsem. Geride bırakacaklarıma rağmen sonumu sabırsızlıkla bekler
durumdayım. Çünkü zor, çok zor. Duymak ve yanına gidip kulağına fısıldayamamak
diğer eksik kaderdaşımın, “ Bitti, gidiyoruz, rahat ol. Yalnız değilsin,
beraber gidiyoruz. Bizim suçumuz değil, üzülme, sadece sonu başlangıç gör, ve
başlangıcına merhaba de.” diye.
Sonra gözümün seçebildiği en uzak
noktaya odaklanıyorum, yana yığılmış, yere paralel. Bir kol ve bileğindeki camı
kırılmış saate takılıyor gözüm. Saat kaç acaba şu an. Sanki çok önemliymiş gibi
o dakikalarının adını koymam lazım zihnimde. Sanki günlüğüme not alacağım şu
gün şu saatte oldu olanlar diye. Ama daha ürpertici olan ise, o saati tanıyorum
ben. Evet o saat eşimin son evlilik yıldönümünde hediye verdiği saat. Birden kolum
neden o kadar uzakta diye endişeleniyorum. Kaybolmasın, eksik kalmayayım. Nasıl
bir endişe bu. Sanki tüm bedenim bana zimmetli bir emanet ve onu tam olarak
geri teslim edebilmek dürtüsü. Ne garip, ne olağan dışı. Kolumu kendime çekmek
için son bir gayret ama ancak yaşayınca insanın idrak edebileceği bir durum;
kolumu çekip alabileceğim kolum zaten orda. Ama bunu ancak onu almaya teşebbüs
ettiğinde fark ediyor insan böyle bir durumda olduğunu.
Siren sesleri, yanıp sönen mavi
kırmızı ışıklar. Oysa ben henüz geçiş yapmadım. Diğerlerine benden önce
gitseler bari. Benim biraz daha zamanım var galiba. Lütfen yalnızken gitmek
istiyorum, ne o ambulansta acınası gözlerle yapılan müdahaleler sırasında ne de
hastanede bir umutla bekleyen sevenlerimin acılarına şahit olarak. Belki bencilce,
ama bu kadarını çok görmeyin bana. Benim yaşayamayacaklarımın bir kefaleti
olarak görün bunu.
Annem, en çok da senin yüreğin
bunu nasıl kaldıracak düşüncesi beni ürpertiyor. Yok ürperme değil, üşüyorum,
titriyorum. Boynumdan beni hafif gıdıklayarak göğsüme dağılan sıcaklığın kanım
olduğunu şimdi fark ediyorum titrerken. Sanırım kanım beni daha fazla taşıyamayacak
ve ısıtamayacak kadar azaldı. Nabzımı geri sayan, sayarken seyrekleşen ve yavaşlayan
bir gong gibi zihnimde duyuyorum. Annem, bunları yaşamak için doğurmadın sen bu
evladı. Haklısın, çok haklısın, ama bilemezdim annem. Çocuklarımın büyüdüğünü görebilmek
için değil, eşime bir kez daha doyasıya sarılabilmek için değil, sırf sen evlat
acısı yaşama diye bunlar yaşanmasın isterdim Annem.
Ama benim elimde değildi. Ben sadece
oradan geçiyordum Annem, yanlış hiçbir şey yoktu gerçekten. Yine de sana karşı
kendimi suçlu hissediyorum. Bugün içinde arasaydım seni, annemsin ya derdin ki
sezerek, bugün oradan gitme oğlum, başka yerden git derdin. Biliyorum, sen
sezer ve derdin. Seni bugün aramadım annem. Beni affet, seni, ailemi, herkesi
üzdüm bilemeden. Ama böyle olsun istemezdim Annem, böyle olacağını bilemezdim.
Sıradan bir gündü. Ne rüzgâr
farklı esiyordu, ne de güneş farklı kızarmıştı batarken. İçtiğim kahvenin tadı
da aynıydı bu sabah, altı değişirken huysuzluk yapan minik oğlumun çıkardığı
mızmızlanma sesleri de. Bir ipucu olsaydı, hepinizi nasıl öper koklardım evden
çıkmadan. Tüm gün o kokuyu içimde tutardım bir nefes gibi. Ama… Ama... Sanırım vakit geldi. Son nefesi
çekiyorum yanık ve barut kokusuna rağmen. Koşarak gelen sedyelileri seçiyor
gözüm. Gülümsüyorum, acaba fark edebiliyorlar mı giderken gülümsediğimi. İnşallah
fark ederler ve eşime iletirler; “ Gülümsüyordu”.
10 Aralık 2016’da Dolmabahçe ve
Maçka Patlamasında Kaybettiklerimizin Anısına. Mekanları Cennet Olsun.
Erdem Kıralı - 11 Aralık 2016 14:41