marka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
marka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2014

Tek Yaşa; Tek Öl...



Mesleğini seçenlerden değilim. Ama mesleğimi iyi icra ederim. Çoğu kişi işimi meslek olarak görmeyecek olsa da, müşterilerim işimde uzman olduğumdan emindirler ve ben onları bulmam onlar beni bulurlar. Sanırım mesleğini bir marka melodisinde icra ediyor olmak buna deniyor.
Evet ben bireysel bir markayım. Asla kendi reklamını yapmamış ama müşteri memnuniyeti sayesinde en güçlü ve ücretsiz tanıtımı yapılan bir markayım. Sanırım gerçek marklar da böyle oluşuyor zaten.
Dediğim gibi ben ne ün sahibi ne de marka olmak istemedim ama işinizi icra edişinizde bir stiliniz var ise ve her zaman müşterinin istediğini beklediğinden de temiz ve kusursuz yerine getiriyorsanız, tüketici krallığının kapıları hatta tahtı size açılıyor kendiliğinden.
Bu mesleği bir okulu olsun da orda öğreneyim çok isterdim ama o zaman sanırım gizemli kimlikler fazla afişe olurdu, belki bir yer altı okulu olması lazım, ya da Tibet de Himalayaların yüksek ovalarından birinde bir eğitim kampı. Belki de vardır ama olsa idi beni öğretici olarak çoktan davet ederlerdi.
Çünkü dedim ya; ben işimde bir markayım. Ve her bitmiş işimin bana ait olduğunu imzam yada logom olan, üçleme ile kendimce tescillerim. Bunu esasında marka logosu olarak düşünmemiş idim başlarda.
Bu sadece işimi titiz ve temiz yerine getirmekte kullandığım bir tarz idi. Dedim ya her marka bireyin bir stili olması lazım. Benim en belirgin stilim de bu üçlemedir yani ilk iki atış kalbe, üçüncü ise yakından iki kaş arasına.
Benim, mesleğimi icra edişimde net övüneceğim bir husus var ki, asla bir işim hastaneye yani ameliyathaneye sarkmamıştır. Direk siyah ceset torbası ve sonrasında da ayak başparmağında isim etiketi ile morgda istirahat.
Her türlü işi almak da sanırım başarımın bir parçası. Asla iş seçmem. Yaşlı, genç, rahip yada serseri fark etmez. İş işdir. Önemli olan temiz sonuçlanmasıdır.
Sadece zaman kıstası kabul etmem. Yani işin gerçekleşmesi ile ilgili süre vermem. Sıfır şahit ve sıfır ipucu olacak ortam oluşuna dek bekler ve gözlemlerim. Zira şahit olursa onu da temizlemek gerekir ve bunun karşılığında da ücret alamazsınız. Boşa giden ceset torbası yani.
İşi aldığım andan itibaren hedef eceli ile ölse bile para hesabıma yatar. Yatmaz ise yatırmayan morg da onun yanında yatar. Basit kurallar, basit dengeler.
Özel tasarım taleplerini asla kabul etmem. Yakmak, bıçaklamak, terastan uçurmak gibi. Benim imzam bellidir. Kaza süsü bana amatör işi gibi gelir. Ben aksine o işin bana ait olduğunu özellikle bilinsin isterim. Şüpheli ölüm benim tarzım değildir.
Meslek hastalığı denen ilet ise bizim işte şudur; tek yaşarsın, tek ölürsün ve ölüm sonrasını asla düşünmezsin. Hele yeniden dirilecek ve hesap verecek olduğunu hiç düşünmezsin. 
Gerçi ola ki o gün imzalı işlerim tek tek bana sorulacak olursa, cevabım şu olacak; "Onların hiçbirinin ölmesini ben istemedim, ben olmasam da birisi onları öldürecekti. Ben sadece o işin temiz gerçekleşmesini sağladım. Kesin, acısız ve temiz." 
Günah mı sevap mı ? İşte o bana göre sadece bakış açısı. İyi yaptığımdan emin olduğum işimi çok seviyorum, her ne kadar arkalarından ağlayanlar bana şükran duymuyor olsalar bile.

10 Aralık 2011

Marka olunmaz, doğulur.

Marka olmak öyle kolay değil arkadaş. Marka olmak ile ''Bilinir'' olmak arasında ki farkı anlamak lazım önce. Biraz tanınıyor olmayı ''Biz Marka Olduk'' havasına getiren şirket yöneticileri, şirket hissedarlarının kucağına bir şirket enkazı bırakacaklardır er ya da geç.
Markanın kendine özgü bir ruhu vardır. O ruha sahip olan bir firma, zaten Marka olmak için çok çaba sarf etmeden ulaşır hedefine. Bazı ''Piyasa Çakalları '' vardır ki, onlar, iyi ambalaj, güzel logo biraz da reklam ile her şeyi markalaştırabileceklerini sanırlar. Tüketiciyi kandırmak üzere kurulan tüm markalaşma politikaları çökmüştür.
Tüketici ''Bilinir'' ve ya ''Tanınır'' bir ürün almak isteyebilir. Bu belli bir kalite standardının altına düşmeden alışveriş yapmak adına baraj görevi sağlayabilir. Ama Marka satın alacak tüketici, kaliteli bir ürün alıyor olmaktan çok bir duyguyu satın alıyor olmayı arzu eder. Marka sadece kendine özel duruşu ve vaadi ile bir duygunun temsilcisi olmalıdır. Zira bu sonradan sahip olabileceği ya da protez gibi sonradan bünyesine ilave edebileceği bir şey değildir. Marka olunmaz, Marka doğulur diyebiliriz kısaca.

04 Eylül 2011

Güzellik hediye mi yoksa ceza mı?


Yıllar içinde her zaman değişime uğramıştır güzellik standartları. Ama güzelliğin etkileri olumlu ya da olumsuz tarih boyunca hiç değişmemiştir. Güzellik görecelidir derler ama etkileri genelde pek de öyle değildir.

Güzellik, zeka, bilgi ve yetenek ile birleştiğinde tarihini akışını değiştirebilecek, Hürrem’leri ya da Josephine’leri bir abide gibi karşımıza diker. Onlar gibiler için güzellik, sadece bir giriş biletidir, sonrasında zekâ devreye girer ve dünyayı kuzey kutbundan delip güney kutbundan çıkacak güce bile sahip olabilirler.

Bir de güzelliğinin altında ezilip kalanlar vardır ki bunlar giriş biletini elde etseler de içeri girdikten sonra ortamda sırıtmaya başlarlar.Markalar imdatlarına yetişir ve kişisel eksikliklerini, marka takılar, çantalar, giysiler ya da parfümlerle tamamlamaya çabalarlar.

Güzelliği ile kapıları rahat açabilme lüksü, bireysel gelişim ve kültürel birikimde bu şahısları geriye atar. Başkalarının müspet başarı ya da kademeli sınavlar sonucu geleceği noktalara, görüntüsü sayesinde daha kolayca gelebildiği için ek bir kültürel donanıma ihtiyaç duymaz güzeller.

Güzellik farkında olmadıkları bir korku olmaya başlar yıllar geçtikçe. Onu kaybetmek varlıklarını kaybetmek gibidir ve var olmaya devam edebilmek için onu yaşatmaya çabalarlar. Yaşlandıkları günlerde gençlik resimleri nostalji etkisi yaratmaz güzeller için. Onlar acı çekerler servetlerini kaybetmiş gibi.

Gençliklerinde de gerçek aşkı nadir bulabilirler. Çok beğenildikleri ve ilgi gördükleri için gerçek seveni algılamada yanılırlar çoğu zaman. Ruhuna eş olanı değil güzelliğine değeri verebilecek olanı tercih ederler.

Güzeller yalnız insanlardır her ne kadar her ortamda görünseler de. Onlara bakanların, onlara lütuf olarak verildiğini düşündüğü güzellikleri, kendi iç dünyalarında bir cezaya dönüşür fark etseler de, etmeseler de.

21 Haziran 2010

Kuyumculuk Buzul Çağda

''Değişmeyen tek değişim''. Klişe bir özdeyiş ama asla önemini ve güncelliğini kayıp etmiyor.

Kuyumculuk sektöründe şu son 3 yıllık dönemi, dünyanın buzul çağına geçişi ve dinozorların yok olma dönemine benzetebiliriz.

Evet dinozorlar ölecek. Açlık ve susuzluktan birbirlerini avlayarak, yiyerek kendilerini tüketecekler.
Ons'un enternasyonal değerinin bu denli artması ve aynı zamanda dünyanın bir çok ülkesi gibi ülkemizde de yaşanan ekonomik buhranlar buzul çağını getirmiştir.

Tüm kuyumculuk piyasası buz tutmuştur. İklim bu denli değiştiği bir dönemde, yaşayan canlı türlerinin çeşitliliğinde azalış olması ve hayatta kalan canlıların da ancak evrim geçirerek bunu başaracak olması kuyumcular ve onlarının tedarikçi yada üretici firmaları için de geçerlidir.

Kimler gidecek, kimler kalacak?
''Yokluk yiğitliği bozar'' demiş atalar. Bir kere gelenek görenek diye düğünlerde şartlar ne olursa olsun altın alınacaktır ve takılacaktır düşüncesini savunanlara cevap vereyim; çok beklersiniz.

Ons şuan ki değerinden 500 ila 600 USD'lik değerlere inmedikçe ne gelenek, ne de görenek, hatta zor görür damat ile gelin kendilerine takılan ''çeyrek''.

Altın artık altın olmuştur. Gümüş takıda markalaşma gelişecek ama bu sürece dek amatör bir çok küçük büyük gümüş mağazaları açılacaktır.

Kuyumculardan evrim geçirenler iki ana tür de yaşama devam edeceklerdir. Sarraflar; sadece çeyrek, yarım, ata denen ziynetleri satan ve alanlar ve Mücevheratçılar; değerli ve yarı değerli taşlar ile altını işleyerek butik mağazalarda satanlar.

Bu iki gruba şu an var olan her 10 kuyumcudan sadece 3 tanesi maalesef ulaşabilecektir. Diğer 7 tanesi evrim geçiremeyerek diğerlerine yem olacaktır.

Evrim geçirenlerden de ancak 1 tanesi Mücevheratçı olabilecektir. Diğer 2 si ise Sarraf olarak ticari yaşamına devam edebilecektir.

Oranlar bu olduğunda görünen net bir sonuç var ki evrim sonuçlandığında ,adet bazında kuyumcu sayısı % 70 azalmış olacaktır (bu azalma 2007 sonundan itibaren başlamış ve hızlanan bir ivmeye sahiptir) ama ciro bazında iddia ederim ki az kanal ama yüklü rakamlar oluşacaktır.

Günümüzün Marka Takı tedarikçi yada üreticileri içinse evrim farklı işlemeyecektir. Vitrinlerindeki yüklü stoklardan yada bayilerinde yüklü has alacaklarından en hızlı kurtulan evrime en çabuk adapte olabilen olacaktır.

Bu tarz markaların asla sarraf grubuna hizmet etmesi söz konusu olmadığı için, Mücevherat dalında gelişmeli ve kusursuza yakın performanslar sergileyecek vizyon ve yaratıcılığa dönük ekiplerini oluşturmalıdırlar.

Aynı oran hazırda olan marka bayileri için de geçerlidir. Her 10 bayiden 7 si kapanacak , 3 ü devam edebilecek ama ancak 1 tanesi gerçek Mücevher satıcısı olmayı başaracaktır.

Mücevheratcılıkta başarı ''tasarım gücü'' ile olacaktır. Tasarım da güç de ancak Mühendislik, Yazılım ve Hayal Gücünün sinerjisi ile elde edilebilecektir.
Son olarak şunu sormak isterim ; çevremizdeki her bir insanın üzerinde yada evinde (alyans dahil) altın takı yok ama her biri ayakkabı giyiyorlar.

O zaman neden her semtte hala ayakkabıcıdan çok kuyumcu var?

Kuyumcular için evrim zamanı; ya ölün ya da değişin.