Marifet hangisidir dosttum
Bilip susmak mı
Söyleyip çekilmek mi
Savaşıp yenmek mi
Hangi savaşı
Kim kazanmış dosttum
Çocukların yetim kaldığı,
Bebelerin ilk adımını
atamadan öldüğü
Hangi savaşı
kim kazanmış dosttum
Sözlükten sileceksen bir kelime
Zafer olsun o bence
Zira hiçbir savaş
zafer ile bitmez
Biz acizlerin
günahlarımıza af beklentisidir
Zafer dediğin dosttum.
zafer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
zafer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
01 Mayıs 2021
Zafer
11 Şubat 2018
Kır Çiçekleri
Nereye kadar kaçabilecem ki diye
düşündüm bir an, sonra önemsiz, olduğu yere kadar dedim. Savaşın ortasında,
askerleri göğüs göğse çarpışan bir ordunun generali misali, komutanlarım ile
cepheyi o yüksek tepeden izlerken, birden onların o şaşkın bakışları altında
bindim atıma ve kaçıyorum. Kaçış ölümden mi, değil tabi ki. Ölüm kurtuluş bizim
gibi yaşamı koca kayba dönüşenlere.
Hastanenin otoparkındayım, üstüm
ince üşüyorum, arabamın nerde olduğunu hatırlamıyorum, zaten anahtarı da
yanımda değil ki. Bir an kaçış yersiz, kaçamıycan zaten diye iç sesimi duyuyor
ve onu dinleyerek olduğum yerde kaldırıma çökerek oturdum. Çok emindim oysa. Onu
kurtarabileceğimden çok emindim. Evet tümör beyinde çok sinsi bir yere
yerleşmişti. Vatan edinmişti orayı, bayrağını çekmiş, hakimiyetini kurmuştu. Yaklaşanı
yakarım, hatta kendimi de yakarım burayı da yakarım tarzı vardı. Filmlerini onca
gören meslektaşım çok geç, risk büyük, başarı çok düşük gibi açıklamalarla tedavi
etme teşebbüsüne girişmemişlerdi. Bana geldiğinde ise ben neden kabul ettim. Neden
ettim? Esasında biliyorum neden kabul ettiğimi. Benzersiz bir metodum var diye
değil, ben en iyisiyim, onlar yapamaz ben başarırım, kariyerime de altın harflerle
yazarlar da değil. Para değil. Ün değil. O zaman neden kaybetmenin mutlak olduğu
bu savaşa girdim ki.
Çünkü gözleri yaşam doluydu. Hiç erken
sönecek fenerler gibi bakmıyordu. Işıl ışıl parlıyordu. Bukle bukle kumral
saçlarını parmağına dolayarak çekinerek sormuştu: “Herkesin korktuğu sonuçtan
ben korkmuyorum. Rica etsem siz de benim kadar cesur olur musunuz, lütfen?” Sessiz
kaldım, onlarca doktor gezmiş raporları masamın yanına bıraktım ve ayağa kaktım,
masanın önüne geçerek, onun karşısındaki sandalyeye oturmuştum. Gözlerimden gözlerini
hiç ayırmadan ellerini bana doğru uzattı. Koşulsuz uzattım bin bir ameliyata
binlerce neşter tutan ellerimi ona. Sımsıkı tuttu genç elleri ile. Sonra kendisini
sandalyenin biraz daha önüne getirerek bana daha yakından bakarak beni bugüne
getiren şu sözleri söyledi; “Doktor, hadi söyleyin, sizce mezar taşı yazımı mı
hazırlamalıyım yoksa gelecek bahara aşk dolu girebileceğimi mi hayal etmeliyim.
Bana ne tavsiye diyorsunuz, siz son durağımsınız, kaderim öyle fısıldıyor, ne
dersiniz?”
İstemsiz ellerimi çekmek istedim
geri ama bırakmadı, cevabı vermeden ellerini geri alamazsın gibi bakıyor,
dudaklarını sıkarak son sözümü söyledim, şimdi sen konuşacaksın diyordu sanki. Ama
bu haksızlık, neden benim sorumluluğumda, tıpın yetemeyeceği bir şey için neden
ben sorumlu olacağım ki. Ama benim kaçamak bakışlarıma o hala öyle sevgi ve
yaşam dolu bakıyordu ki dilim şişmişti sanki ne konuşabiliyor ne de rahat nefes
alabiliyordum. Farkındaymış gibi bir eli ile elimi bıraktı ve masanın üstünden
aldığı kâğıt mendil ile alnımda stresten biriken teri sildi. Gülümseyerek neşe
ile; “Sen bu tümörle boğuşurken silemem alnını bilgin olsun, malum öbür tarafın
kapısını bir çalıp geri geleceğim. Zile basıp kaçan mink haylazlar gibi. Yakalanmadan
geri geleceğim değil mi doktor?”
Ne oldu peki. Değişmezler değişmedi
tabi. İlk iki hamlede alt etmiştim o lanet tümörü ama sekiz kollu ahtapot gibi sarılmıştı
beyinciğe. Sadece tek ve en güçlü kolu kalmıştı yenmem gereken. Ona hamleyi
yapmak üzere neşteri yaklaştırırken, bukleli güzelimin o an kapının zillerini
basıyor olduğunu hayal ediyordum. Onu geri çağırmalıydım hemen, yakalanmadan
minik bir haylaz gibi. Daha neşteri değdirdim değdirmedim gözümü refleks olarak
kapatmak zorunda kaldım. Zira sicim gibi kan yüzüme doğru fışkırmaya başlamıştı.
“Daha dokunmadım ki” gibi bir şeyler mırıldanırken kanı durdurmak için tüm ekip
müdahaleye başladık ama yok, ısrarla fışkıran kan, “sen misin bana meydan
okuyan, hadi durdur, hadi durdur” seslenişi ile haddimi bildiriyordu adeta. “Hastayı
kaybediyoruz”. Acil servislerdeki müdahalelerde duyduğum bir cümle ama kendi
ameliyatlarımda ilk kez duyuyordum. Neden. Çünkü kime meydan okuduğumu fark
edemedim. Nabız işaretlerine baktığımda atan kalbi gördükçe onun gözlerinin gülerek
ekrandan bana yansıdığını görüyordum. Nabız düşmesine ve her tür müdahalemize
rağmen, ekrana baktığımda daha içten gülümsüyordu hayal de olsa. “Doktor, onu
kaybediyoruz…”
İşte yenik komutan olarak
kaçtığım an o an. Nabzın sıfır olduğu anda gülerek bakmayacaktı o ekran
yansımasında. Ekranda göreceğimden korkarak, onun ilk kez bana pişmanlıkla
bakacağını sanarak kaçtım.
Çökmüş onun zile basıp kaçarken
yakalanmış hayalini düşünüyordum ağlarken. Zihnim de o sahne aynen şöyle
canlandı. Bütün yolların bir büyük yola bağlandığı ve büyük yolun ufkunda da
yüksekliği belirsiz bir kapının bulunduğu bir yerde geziniyordu bizim bukleli
güzel. Gülüşerek koşuştururken kapının ihtişamlığına kapılarak durakaldı. Adım adım
sanki oraya çekiliyormuş gibi ilerliyordu. Kapının eşiğine geldiğinde zili
aramaya başladı. Ben çığlıklar atıyordum sessizce, “Basma o zile, geri dön…” Sanki
duymuş gibi irkildi ve geri dönüp beni görüyormuş gibi bakmaya başladı. Zihnimde
ki bu sahne öyle gerçekti ki, onu elinden tutup geri çekmek istiyordum; “çalma
kapıyı belki açmazlar ve seni almazlar içeri çalmazsan.” Koca doktordan çocuksu
bir istek hayatın gerçeğine karşı. Gözleri dolmuş ne kadar güzel gülümsüyordu. Bu
bir vedaydı. Bana üzülme der gibi, sonucunu biliyor olmasına rağmen zile bastı.
Daha çok ağlıyor ama daha çok da gülümsüyordu. Şimdi o kapı açılacak ve o geri
dönemeyeceği yere girecekti. Ama zil duyulmadı mı ne? O da şaşkın bir daha bastı
daha uzunca. Kapı olduğu yerden söküldü ve yükselip yok oldu. Kırlarda rengarenk
çiçeklerin arasında idi şimdi. Her yönü
aynı görünüyordu. Yemyeşil kırlarda rengarenk çiçekler. “Bak bahar geldi” diye
neşelendi çocukça. Baharı görmek istiyordu ve görmüştü işte. Ama nasıl olabilir
ki? Tanrım yoksa, yoksa? Elimi uzatsam tutabileceğim mesafe de yaklaştı bana
elinde kır çiçekleri; “gelip beni buradan almayacak mısın, bak sana bunları
topladım…” Delicesine koşuyordum hastaneye, sadece o çiçekler zihnimde,
koşuyordum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)