liderlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
liderlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

04 Mayıs 2022

Sünepe


 “Sünepe!” dedi bana. Hem de bana. Hem de yüzüme. Yüzüme yüzüme. Geri dönüşü yoktu artık. Satır belimdeydi. Sünepe dedi bana ha? Satır artık elimde, belimde değil. Katil olmak kolay, sonrası zor, gelir ya gece sureti mevtanın. “Ne yaptın abi bana?” der. Kafası karpuz gibi yarılmış, satır kenetlenmiş kafatasıyla. Git desen gitmez, kal desen kalmaz, burnundan beyni gelir bir yandan. Bir yandan da “Ne yaptın sen bana abi?” der. Ulan bana sünepe dedin. Yüzüme dedin. Yüzüme yüzüme dedin. Satırı kafaya yedin. Bunu yıkarken kafasına poşet geçirmişler. Yarığı kapatamadıkları için, beyin parçaları akmasın diye. Esasında Mobilya zımbası ile zımbalayacaklardı. Hani o paslanmayanlarından, sonra rahat rahat yıkarlardı. 

Mezarlıkta keman çalan bir karı koca ile karşılaştım. “Neden burada müzik icra ediyorsunuz?” dedim. “Bizi eleştirmeden dinleyen sadece ölüler.” dediler. İki bunak, Beethoven’den halice, mezar taşlarından notalar okuyormuş gibi onlara bakarak çalıyorlardı. Benim göremediğim notalarla benim ölüm marşımı çalıyorlardı. Benim marşım, sadece ben ölünce çalınacak olan o marş. Viyolonseller ve kemanların vals ettiği marşım. Melekler huşu içinde bekliyorlar marşımın bitmesini. Bitince paketleyip götürecekler beni hak ettiğim yere.

Savaştan kaçmadım ama savaşmadım da. “Benim savaşım değil” dedim, dışında kaldım. Tüm dünya girdi içine, ben dışında kaldım. Bir zorbanın arkasından milyonlar ölüme gitti, bıyığı bile yarım olan adamın kölesi oldular ahmaklar. O bana “Sünepe!” dedi. Hem de yüzüme yüzüme dedi. Ne yapacaktım başka. Evet, savaşmadım, öldürmedim kimseyi sebepsiz yere. Ama çaktım satırı onun kafasının ortasına, çünkü bu kez bir nedenim vardı. 

Kemanlar viyolonselleri ne kıskanıyorlar, onları bastırmak için daha kalabalık gelmişler şefin orkestrasına.” Ne çalalım?” dediler, “Şefin tabağını çalın.” dedim. Abuk abuk baktılar yüzüme. Hadi de. Desene sen de bana “Sünepe!”. Sonra ne olacak o keman yayı gör. 

Şansölye asla tek başına bira içmezdi. “Prost!” diye bağırdığında mekânda kim varsa kadehlerini kaldırır onu geri prostlarlardı. Gelmedik yüz yüze, göz göze bir kez bile, ama gelseydik, o da deseydi bana “Sünepe!”, hele de yüzüme yüzüme. Ha işte yarım bıyıklı o mavişi orda indirirdim bira şişesiyle. Fransız kızlar, İtalyan pizzacılar ve Polonyalı dansçılar, hepsi bana şükran duyarlardı. Bu iki bunağın bana bestelediği marşı, mezar taşımın yanında dinlerlerdi. Dünyanın içine eden de bir deli, o deliyi yok edecek de ancak bir deli. Delinin hakkından deli gelir. Deliyim evet, ama sakın, sakın bana “sünepe” deme. Hem de yüzüme yüzüme. Keserim, yakarım, önce keserim, sonra yakarım. Bir mezarın bile olmaz ki sevdiklerin gelsin de sana dua etsin. Öyle kayıp ilanlarında resmin, onlar da ancak ona bakıp bakıp ağlaşırlar. Bilmezler ki küllerin hangi kırlarda hangi çiçeklere hayat olmuştur. O çiçeği çekip koklarlar ama alamazlar senin kokunu. Ben yazarsam kaderini, okuyan okuduğuna pişman olur. 

Elbet barış diye beklenen, arzu edilen bir süreliğine gelecek. Ama bir süreliğine. Bıyığı tam olsa da aklı yarım olan, arkası tam olsa da insafı olmayan başka bir adamı başlarına taç yapacak bu salaklar. Evet hepsi salaklar. Dünyayı kullanma kılavuzunu okumadan kullanmaya kalkan salaklar. Bozulunca da yenisiyle değiştiremeyeceklerini anlayacak salaklar. 

Değiştirin şu şarkıyı dedim bunak karı kocaya. “Biz başka nota bilmeyiz, ezelden beri bunu çalarız.” dediler. Ama hani benim marşımdı bu. Hani sadece ben ölünce, nasıl yani, boşa mı kuruldu bunca cümleler. Bakmayın lan şaşkaloz şaşkaloz. Devam edin bildiğinizi çalmaya. Es vermeyin portrede yazıyor olsa da. Hele art arda iki es hiç vermeyin. Es-es, nefret… Es-es, çocuklar ölü…Sessizlik her yerde. Suçlular es-es…Pas geçtiler, anlaşmalar, mahkemeler, sembolik infazlar, kadınlar kocasız ya da kolsuz bacaksız. Resimlerde çizgili giysili insanlar, kurumuşlar deri kemik, vagonlarda istiflenmişler, ocaklarda yakılacaklar. Ah o yarım bıyıklı, bana bir “Sünepe!” deseydi. Yüzüme yüzüme deseydi. Satır belimde tekrar, elimde değil. Bekliyorum nasıl olsa çıkacak tüm salakları arkasına takacak biri daha. Desin demesin, satır sonrasında yeniden elimde. Sonra da kafatasına monte. Bir satır yeter dünyayı kurtarmaya; en azından bir süreliğine.  


07 Ağustos 2016

Duruş


Hoşuma gitsin gitmesin, adamın bir duruşu var ise, benim için toplumsal güdülerle hareket eden sürünün dışındadır kendisi. Duruş sergilemek öncelikle cesaret işidir. Dürüstlük ister. Kişinin kendini olduğu gibi kabul ettiğinin yegane gösterisidir. Çevresinin onu değerleme ve bir sınıfa monte etme endişesi taşıyanlar, istikrarlı bir duruş sergileyemezler. O yanar döner hal ne acizliktir.

Esasında duruşun istikrarı da olmaz. Çünkü kişi genel davranış ve tepkilerinde istikrarlı bir tavra sahip değilse, zaten bir duruşu yok demektir. Duruş ben buyum ve bu olmaktan utanmıyor ve korkmuyorum diyenlerdedir. Eminim ki bu cümleleri okurken, içten kendinizi sorguluyor ve duruşum var mı diye gelen iç sesini duymamaya çabalıyorsunuz. Diyeceğim o ki, olduğunuz kişi olmaktan memnun iseniz, aynadaki size saygı duyuyorsanız, duruşunuz sizden kontrolsüz dışarıya hologram bir bedeninizmiş gibi yansıyordur. O yok ise, onu rol ve ikna yeteneğiniz ile çıkartıp sergiye sunamazsınız maalesef.

İnsanlar bir arada yaşamak ve paylaşmak üzere planlar yaparlar. Ama birliktelik ihtiyacı, bir lideri takip etmek gerekliliğini de getirir. Liderler, lideri olmaya soyundukları grubun özelliklerine göre donanımlıdırlar. Gerek siyah deri giysileri ile gezginlik yapan, metal müzik dinleyen motor sürücülerinin lideri olsun, isterse fakir ve evsiz kişilere yardım toplayan bir sivil örgütün lideri olsun; ikisinin de liderlik donanımları ve gruplarını etkileme ve motive etme şekilleri birbiri ile benzersizdir. Ama as olan, iki liderinde çevrelerinde beğenilen ve onaylanmış bir duruşları vardır.

Duruş sadece liderlerde olur demek istemedim. Lider olanlar ancak bir duruşu olanlar içinden olabilir diyorum. Ama liderlik misyonu olmayan bir şahsiyet de, kendi aile ve arkadaş çevresine karşı, bir duruşa sahip olma sorumluluğunun farkında olmalıdır. Her birey, en azından, kendi çekirdek ailesinin lideridir ve çocuklarına karşı, bir baba yada anne olarak gurur duyduğu bir duruşu sergilemekten çekinmemelidir. Çocukları tarafından istikrarsız bir duruşla yargılanan anne babalar, çoğu zaman çocuklarını haddini bilmez hükmü ile cezalandırır. Oysa sorgulaması gereken, onlara karşı gerçekten bir duruş sergileyip, sergilemediğidir. Çocuklar uydurmazlar, sadece yansıtırlar. Onlar bizim yansımamızdır. Ama yetişkin olmayı olgun olmak sanan bizler, ne kadar ham kaldığımızın bize çocuklarımız tarafından yansıtılmasını pek hazmedemiyoruz öyle değil mi?

Şimdi, yaşınız kaç olursa olsun, ödeyeceğiniz her türlü bedeli göze alarak, duruşunuzu sorgulayın. Duruşunuzu taçlandırın, ve çevre değerlemesi korkusunu aşarak, duruşunuzu ışıklı bir reklam tabelası gibi sergilemek için her fırsatı değerlendirin. Göreceksiniz, insanlar, duruşunuzu değerlemekten çok, bir duruşunuz olmasına saygı duyacaklar. Yeter ki siz olduğunuz size saygı duymaktan ve övünerek bunu sergilemekten geri durmayın.


15 Mayıs 2010

Liderlik Nedir?

Mesela; ''Liderlik üzerine söylenmişlerin hepsini siliyorum. Kimse kusura bakmasın. Tüm yorumlarınız silindi. Tüm öngörüleriniz silindi. Tüm lider tanılarınız silindi.

Ben söyleyeceğim lider nedir ve herkes bundan sonra bu dediklerimi liderlik tanısı olarak kabul edecek. Kimse ısrar etmesin lütfen. Kimse de zekamla zekasını yarıştırma cürretinde sakın bulunmasın. Kimseyi herkesin önünde küçük düşürmek istemem.

İtaat etmeniz daha huzur verici olacaktır sizin için. Benim koyduğum tanı hepinizi ikna etmeyebilir ama hepinizden de üstün kavrama yetisi bekleyemem zaten. Kavrayamayanlar çoğunluğa uymalıdırlar genel huzur için.
Ama dikkat çekmek adına muhalefet yapabilirler tabii. Fakat zaaflarını ortaya çıkarıp mahcup duruma düşürebilirim o kişiyi. Bilsin ki neye cürret ediyor, dindirsin ego yüklü dürtülerini.

Korkularınızı keşif etmek ve onları bildiğimi hissettirmek itaat etmenizi sağlayacak yargılarıma ve kararlarıma.

Şimdi söylemek gerekirse liderlik nedir, söyledim ya derim bu yazdıklarımla.'' diye bir tanımlama, güçlü kolorik bir kişilikten gelebilirdi.


 

10 Mayıs 2010

Her Sezar'ın Bir Brütüs'ü vardır!



Eğer Sezar'san, bilirsin ki; sen asla kimseye güvenemezsin.

Ama asla da kimseye güvenmiyor görüntüsü ile beraber liderlik de yapamazsın.

İşte bu çelişkinin doğurduğu oyunculuğu, en yerinde yapabilendir Sezar.

Yine de çocukluğunu hatırladığında bu Sezar, en azından bir kişi diler yanında tüm maskelerini çıkartıp, onunla rahat konuşabileceği. İşte bu özlem ve zaaf,  Sezar'a getirir kendi Brütüs'ünü.

Son nefesini verirken öldüğüne üzülmez. Hançerlerin sahipleri arasında o olmasın diye duacı gözlerle bakarken, işte bedenini değil, ruhunu öldüren o son hançer gelir Brütüs'ten.

Eğer sen de bir Sezar'san bil ki; sonun gizli yada açık, Brütüs'ten olacaktır.

Kim senin Brütüs'ün? Onu kim olduğunu biliyorsun.

Ondan kork, ona hissettirme. Ona güvenme ama ona sakın hissettirme.

Belki daha uzun sürer Sezar'lığın böylece.