reklam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
reklam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2018

yorgun (6dk.)


Yorgun dizlerim bir konuşsa neler anlatacak. Sadece o değil , konuşabilen tüm organlarım bir senfoni olsa acaba, obuayı hangisi çalardı. Mideme batari çal derdim, zil çalmasından iyidir. Ne ince espri. Reklamlar. Reklam insanın kaderi. Reklamsız olmaz. İnsan reklam için konuşur. Yoksa neden konuşsun ki? İnsan reklam için yazar yoksa neden yazsın ki? İnsan reklam için sever, yoksa neden sevsin ki, demiyorum. Sevmek koşulsuzdur. Seviyorsan sevmiyormuş gibi yapamazsın. Sevmek sevilmeyi bekleme davetidir. Sevilmek için seversin , sevilmesen de seversin, üzülür büzülür ama yine de seversin. Tarihe meydan okur ama yine aynı sonuçlarla yüzleşirsin, reklam mıydı konu yok yorgun dizlerimden buraya geldim. Bu arada klarneti hangi organım çalacak. Bilmiyorum. Nota bilmeyen organlarım var zaten hepsi detone olur. O sese organlar gitmiş, ben o organım demiş, Acun da reklamlar demiş. Her şey reklam yani. Bu da bir reklam, az sonra yine reklam.

13 Nisan 2014

Tek Yaşa; Tek Öl...



Mesleğini seçenlerden değilim. Ama mesleğimi iyi icra ederim. Çoğu kişi işimi meslek olarak görmeyecek olsa da, müşterilerim işimde uzman olduğumdan emindirler ve ben onları bulmam onlar beni bulurlar. Sanırım mesleğini bir marka melodisinde icra ediyor olmak buna deniyor.
Evet ben bireysel bir markayım. Asla kendi reklamını yapmamış ama müşteri memnuniyeti sayesinde en güçlü ve ücretsiz tanıtımı yapılan bir markayım. Sanırım gerçek marklar da böyle oluşuyor zaten.
Dediğim gibi ben ne ün sahibi ne de marka olmak istemedim ama işinizi icra edişinizde bir stiliniz var ise ve her zaman müşterinin istediğini beklediğinden de temiz ve kusursuz yerine getiriyorsanız, tüketici krallığının kapıları hatta tahtı size açılıyor kendiliğinden.
Bu mesleği bir okulu olsun da orda öğreneyim çok isterdim ama o zaman sanırım gizemli kimlikler fazla afişe olurdu, belki bir yer altı okulu olması lazım, ya da Tibet de Himalayaların yüksek ovalarından birinde bir eğitim kampı. Belki de vardır ama olsa idi beni öğretici olarak çoktan davet ederlerdi.
Çünkü dedim ya; ben işimde bir markayım. Ve her bitmiş işimin bana ait olduğunu imzam yada logom olan, üçleme ile kendimce tescillerim. Bunu esasında marka logosu olarak düşünmemiş idim başlarda.
Bu sadece işimi titiz ve temiz yerine getirmekte kullandığım bir tarz idi. Dedim ya her marka bireyin bir stili olması lazım. Benim en belirgin stilim de bu üçlemedir yani ilk iki atış kalbe, üçüncü ise yakından iki kaş arasına.
Benim, mesleğimi icra edişimde net övüneceğim bir husus var ki, asla bir işim hastaneye yani ameliyathaneye sarkmamıştır. Direk siyah ceset torbası ve sonrasında da ayak başparmağında isim etiketi ile morgda istirahat.
Her türlü işi almak da sanırım başarımın bir parçası. Asla iş seçmem. Yaşlı, genç, rahip yada serseri fark etmez. İş işdir. Önemli olan temiz sonuçlanmasıdır.
Sadece zaman kıstası kabul etmem. Yani işin gerçekleşmesi ile ilgili süre vermem. Sıfır şahit ve sıfır ipucu olacak ortam oluşuna dek bekler ve gözlemlerim. Zira şahit olursa onu da temizlemek gerekir ve bunun karşılığında da ücret alamazsınız. Boşa giden ceset torbası yani.
İşi aldığım andan itibaren hedef eceli ile ölse bile para hesabıma yatar. Yatmaz ise yatırmayan morg da onun yanında yatar. Basit kurallar, basit dengeler.
Özel tasarım taleplerini asla kabul etmem. Yakmak, bıçaklamak, terastan uçurmak gibi. Benim imzam bellidir. Kaza süsü bana amatör işi gibi gelir. Ben aksine o işin bana ait olduğunu özellikle bilinsin isterim. Şüpheli ölüm benim tarzım değildir.
Meslek hastalığı denen ilet ise bizim işte şudur; tek yaşarsın, tek ölürsün ve ölüm sonrasını asla düşünmezsin. Hele yeniden dirilecek ve hesap verecek olduğunu hiç düşünmezsin. 
Gerçi ola ki o gün imzalı işlerim tek tek bana sorulacak olursa, cevabım şu olacak; "Onların hiçbirinin ölmesini ben istemedim, ben olmasam da birisi onları öldürecekti. Ben sadece o işin temiz gerçekleşmesini sağladım. Kesin, acısız ve temiz." 
Günah mı sevap mı ? İşte o bana göre sadece bakış açısı. İyi yaptığımdan emin olduğum işimi çok seviyorum, her ne kadar arkalarından ağlayanlar bana şükran duymuyor olsalar bile.

04 Eylül 2010

Bilen konuşur mu?

Bilen konuşur mu yoksa susar mı?

Bilgiyi taşıyan, yani tefekkür ederek bilgiye ulaşan değil de, tefekkür etmiş kişilerin bilgi paylaşımlarından kopyala yapıştır yapan şahsiyetler konuşmayı sevenlerdir.

Bilgiyi kendi cevher madenlerini kazıp kürekleyerek çıkaran beyinler, her konuda söyleyecek şeyleri olsa da susmayı tercih edenlerdendir.

''Gerçek Bilen'' bildiğinin reklamını yapmaya çok meraklı değildir.

''Bildirileni Bilen'' ise, kendi biliyor edasını yaşatmak adına konuşur, konuşur.

Susmak lazım dinlemek için derler ama susmak dinlemek için değil ''Gerçek Bilen'' olmak için gereklidir.