O benim tek sırdaşımdı. Onda bana ait o kadar çok bilinmez var ki. En kötüsü de ben unutuyorum o unutmuyor. Sırı paylaşmasam ben de unutucam sırlığı kalmayacak. Ama o biliyor diye o sır ilelebet yaşıyor. Sırdaşımı ortadan kaldırırsam, hiç sırrım kalmaz. Tabi onu öldürmüş olmamamın dışında. Bu kez bunu kimseyle paylaşmıycam ama. Terasta mangal yapıyoz bazen. Rakılama yanında falan. Çok içmiş planör olmak istemiş deriz. Planör gibi uçtu da düzgün konamadı deriz. Onu kırmızı ceset poşetine koysunlar. Donları da kırmızıdır zaten. Bu da onun bendeki tek sırrı. Bile bile bir bunu bildim bunca zaman. Gay mi falan diye diye düşündüm. Ya ne var işte, gay , mey, kırmızı donlu planör olacak artık. Kolay değil öyle sır taşımak. Ağır gelir çakılırsın işte böyle betona.
ceset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ceset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
26 Şubat 2018
25 Ocak 2018
Evimdeki Ceset
Her yer bulanık idi, muazzam bir baş ağrısı, hatta derin bir sızlama ense kökümde. Bulanık görmemi düzeltmek ve neler olduğunu idrak etmek istercesine kafamı salladım ama nafile. Yatağımda olduğumu seçebildim ama giysilerim üzerimde ve hafif ıslak, üşüyordum. Doğrulmaya çalıştım ama başım bir ton sanki. Anlamaya çalışıyordum durumumu. İçeride mutfaktan gelen sesleri duyuyordum. Zorlanarak dikildim en azından kolumla destek alarak yatakta oturacak kadar ve o an gördüm odamın girişinde kapının eşiğinde çökmüş gibi duran hareketsiz adamın bedenini ve ölü bakan gözlerini. Elim enseme gitti gayri ihtiyari ve yastığıma bulaşan kanın bana ait olduğunu ve ölü bakan adamın yanında duran kısa siyah copu fark ettim. Bana kim ne zaman ve neden vurdu? Eğer bana vuran bu adam ise içerideki ya da içeridekiler kim? Hemen komidin çekmecemdeki silahım aklıma geldi. Odanın en diğer ucunda olmasına ve tam net görememe rağmen beş çekmeceli komedinin orta çekmecesinde olduğundan emin olduğum silahımı almak için yarı kör bir şekilde ve büyük ense ve baş ağrısıyla oraya doğru yöneldim. Ses çıkarmamak için kendimi kontrol edebildiğim kadarıyla ilerliyordum. Ama daha odanın öbür ucuna gelmeden orta çekmecenin açılmış ve içindekilerin dışarı dağılmış olduğunu seçebildim. Neden sadece o çekmece? Neden diğerleri açık değil? Hemen yerdeki copu almak için tanımadığım cesede yanaştım ve eğildiğimde fark ettim ki göğsünde iki kurşun deliği var. Odamın kapısının kirişine yaslanarak oturur kalmış bu tanımadığım cesedin sol eli bacaklarının üstüne düşmüş ve parmakları sıkıca kanlı bir havlu tutuyor tabi büyük bir olasılıkla bana ait bir havluyu. Yani bu adam kanamasını durdurmak için orada öyle havlu ile yarasına basarken ben baygın bu yatakta yatıyor muydum? Yine de nabzına baktım içeride ki seslerin devam ediyor olmasına güvenerek. Ama ölü bakan gerçekten ölmüş idi. Sonra yerde duran sağ elinin ucunda, parkeye kanıyla yazdığı, beni asıl sarsan o harfleri gördüm...
13 Nisan 2014
Tek Yaşa; Tek Öl...
Mesleğini seçenlerden değilim. Ama mesleğimi iyi icra ederim. Çoğu kişi işimi meslek olarak görmeyecek olsa da, müşterilerim işimde uzman olduğumdan emindirler ve ben onları bulmam onlar beni bulurlar. Sanırım mesleğini bir marka melodisinde icra ediyor olmak buna deniyor.
Evet ben bireysel bir markayım. Asla kendi reklamını yapmamış ama müşteri memnuniyeti sayesinde en güçlü ve ücretsiz tanıtımı yapılan bir markayım. Sanırım gerçek marklar da böyle oluşuyor zaten.
Dediğim gibi ben ne ün sahibi ne de marka olmak istemedim ama işinizi icra edişinizde bir stiliniz var ise ve her zaman müşterinin istediğini beklediğinden de temiz ve kusursuz yerine getiriyorsanız, tüketici krallığının kapıları hatta tahtı size açılıyor kendiliğinden.
Bu mesleği bir okulu olsun da orda öğreneyim çok isterdim ama o zaman sanırım gizemli kimlikler fazla afişe olurdu, belki bir yer altı okulu olması lazım, ya da Tibet de Himalayaların yüksek ovalarından birinde bir eğitim kampı. Belki de vardır ama olsa idi beni öğretici olarak çoktan davet ederlerdi.
Çünkü dedim ya; ben işimde bir markayım. Ve her bitmiş işimin bana ait olduğunu imzam yada logom olan, üçleme ile kendimce tescillerim. Bunu esasında marka logosu olarak düşünmemiş idim başlarda.
Bu sadece işimi titiz ve temiz yerine getirmekte kullandığım bir tarz idi. Dedim ya her marka bireyin bir stili olması lazım. Benim en belirgin stilim de bu üçlemedir yani ilk iki atış kalbe, üçüncü ise yakından iki kaş arasına.
Benim, mesleğimi icra edişimde net övüneceğim bir husus var ki, asla bir işim hastaneye yani ameliyathaneye sarkmamıştır. Direk siyah ceset torbası ve sonrasında da ayak başparmağında isim etiketi ile morgda istirahat.
Her türlü işi almak da sanırım başarımın bir parçası. Asla iş seçmem. Yaşlı, genç, rahip yada serseri fark etmez. İş işdir. Önemli olan temiz sonuçlanmasıdır.
Sadece zaman kıstası kabul etmem. Yani işin gerçekleşmesi ile ilgili süre vermem. Sıfır şahit ve sıfır ipucu olacak ortam oluşuna dek bekler ve gözlemlerim. Zira şahit olursa onu da temizlemek gerekir ve bunun karşılığında da ücret alamazsınız. Boşa giden ceset torbası yani.
İşi aldığım andan itibaren hedef eceli ile ölse bile para hesabıma yatar. Yatmaz ise yatırmayan morg da onun yanında yatar. Basit kurallar, basit dengeler.
Özel tasarım taleplerini asla kabul etmem. Yakmak, bıçaklamak, terastan uçurmak gibi. Benim imzam bellidir. Kaza süsü bana amatör işi gibi gelir. Ben aksine o işin bana ait olduğunu özellikle bilinsin isterim. Şüpheli ölüm benim tarzım değildir.
Meslek hastalığı denen ilet ise bizim işte şudur; tek yaşarsın, tek ölürsün ve ölüm sonrasını asla düşünmezsin. Hele yeniden dirilecek ve hesap verecek olduğunu hiç düşünmezsin.
Gerçi ola ki o gün imzalı işlerim tek tek bana sorulacak olursa, cevabım şu olacak; "Onların hiçbirinin ölmesini ben istemedim, ben olmasam da birisi onları öldürecekti. Ben sadece o işin temiz gerçekleşmesini sağladım. Kesin, acısız ve temiz."
Günah mı sevap mı ? İşte o bana göre sadece bakış açısı. İyi yaptığımdan emin olduğum işimi çok seviyorum, her ne kadar arkalarından ağlayanlar bana şükran duymuyor olsalar bile.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)