Her yer bulanık idi, muazzam bir baş ağrısı, hatta derin bir sızlama ense kökümde. Bulanık görmemi düzeltmek ve neler olduğunu idrak etmek istercesine kafamı salladım ama nafile. Yatağımda olduğumu seçebildim ama giysilerim üzerimde ve hafif ıslak, üşüyordum. Doğrulmaya çalıştım ama başım bir ton sanki. Anlamaya çalışıyordum durumumu. İçeride mutfaktan gelen sesleri duyuyordum. Zorlanarak dikildim en azından kolumla destek alarak yatakta oturacak kadar ve o an gördüm odamın girişinde kapının eşiğinde çökmüş gibi duran hareketsiz adamın bedenini ve ölü bakan gözlerini. Elim enseme gitti gayri ihtiyari ve yastığıma bulaşan kanın bana ait olduğunu ve ölü bakan adamın yanında duran kısa siyah copu fark ettim. Bana kim ne zaman ve neden vurdu? Eğer bana vuran bu adam ise içerideki ya da içeridekiler kim? Hemen komidin çekmecemdeki silahım aklıma geldi. Odanın en diğer ucunda olmasına ve tam net görememe rağmen beş çekmeceli komedinin orta çekmecesinde olduğundan emin olduğum silahımı almak için yarı kör bir şekilde ve büyük ense ve baş ağrısıyla oraya doğru yöneldim. Ses çıkarmamak için kendimi kontrol edebildiğim kadarıyla ilerliyordum. Ama daha odanın öbür ucuna gelmeden orta çekmecenin açılmış ve içindekilerin dışarı dağılmış olduğunu seçebildim. Neden sadece o çekmece? Neden diğerleri açık değil? Hemen yerdeki copu almak için tanımadığım cesede yanaştım ve eğildiğimde fark ettim ki göğsünde iki kurşun deliği var. Odamın kapısının kirişine yaslanarak oturur kalmış bu tanımadığım cesedin sol eli bacaklarının üstüne düşmüş ve parmakları sıkıca kanlı bir havlu tutuyor tabi büyük bir olasılıkla bana ait bir havluyu. Yani bu adam kanamasını durdurmak için orada öyle havlu ile yarasına basarken ben baygın bu yatakta yatıyor muydum? Yine de nabzına baktım içeride ki seslerin devam ediyor olmasına güvenerek. Ama ölü bakan gerçekten ölmüş idi. Sonra yerde duran sağ elinin ucunda, parkeye kanıyla yazdığı, beni asıl sarsan o harfleri gördüm...
25 Ocak 2018
Yumuşak(6dk.)
Yumuşak bir sabahtı. Evet yumuşak. çünkü yastığımın tüm kaz tüyleri saçılmış tüm yatağıma. Kaşındırıcı bir yumuşaklık. Kaza sordum tüylerini yastık için aldım diye. Sıkıntı yok dedi. Bende tüy, sizde bu vicdan oldukça çok yolarsınız beni. Ayıların tüyü daha mı sert. Ayı tüyü yastık istiyorum. Ayının inine giricem. Tüylerinden ödünç istiycem. Ödünç tüy mü. Ayı yemeğe bile tenezzül etmez sanırım. Ayı dolgu yaptırmış azı dişlerine. azı dişine bakayım dedim, küçük dili olmadığını gördüm. Ben de her şey büyük dedi. Büyük kafanın derdi de büyük. Kurtlar avlanırken ayıdan ruhsat isterler. Av dönemi gelmiş ayı ruhsatı verir ama inini temizleme karşılığında. Kurtlar temizlikten anlamaz. Genelde taşeron şirketlere işi verirler. Ayıların umurunda değil. Ben tüy almaya geldim dedim. Seni kurtlar mı yolladı dedi temizlik için. Hemen kenardaki dyson süpürgeyi aldım ve prizi aradım. Elektrik yok. Hayal ile çalıştır dedi ayı. Ben de güneşe doğru uzattım. Şarj olsun diye süpürgeyi. Kurtların şefi geldi . Bizim işimizi elimizden alıyorsun ha dedi. Kaz halime uzaktan gülüyordu. Yumuşak bir sabahtı. Ama kanlı bitecekti. Kurtlar sofraya koydu beni. Aralarında çiğ mi yiyelim diye tartışıyorlar. Ayı müsadenizle ben karar vereyim dedi. Firaun fareleri konuya dikilerek katıldı.
gitmenin(6dk)
Hiç zamanı değildi gitmenin. Ama mecburiyet her şeyin önündeydi o vakit. Geriye üzgün bakışlı bir çocuk kaldı. Bir de kırık dökük bir aşk. Rüzgar sert esiyordu. Ben ve mazim ağır yol alıyorduk. Mazim ağır, beni yavaşlatıyor. Atsam bir üstümden. Korkularım da bir yüktü. Attım yükseldim. Yükseldiğim için aşkım alçak kaldı. Gördüm ki aşkım aşkım değilmiş. Nerden baktığına göre ne gördüğün değişiyor. Kaplumbağa dışardan evini üstünde taşıyor. Onun gözü ol gir o evin içine, ucunda ışık olan bir mağrada yaşıyor. O, ev diyor mudur acaba. Hiç bu ine girmeden yaşayabilsem diye arzu ediyordur. İnim yok benim saklanayım. En azından başkasının da gelemeyeceğinden emin olduğum bir inim yok. Işığı görüyorum. Ama rengini kestiremiyorum. Işık değil belki. Belki de ateş. Yanmaya doğru koşuyor olabilirim. Ama huzur. O huzur morfin gibi. Yanarsam arınırım umudu. Altın gibi saf olsam. Parlasam, paslanmasam ama değerli de olmasam. Ben beni satıyorum arkadaş. Var mı alan. Alanın elinde kalırım ona göre.
21 Ocak 2018
ZERO EGO: THERE IS NO SUCH THING
I have never been fond of sentences or paragraphs that begin with “It was a fine morning.” I have never found them sincere. Each and every morning that reaches the sun through the dark night is fine, only if the eye can see.
Another similar statement is “He was a very honest man.” This means that the man is not only honest, but also “very” honest. Could anyone please explain to me how we can measure honesty by adjectives like little or very? A man is either honest or not. There is no extent to it. We are living through many semantical complexities similar to this one. We have to.
Just imagine everyone in the world is transparent and flawless like water, and everyone views the world with the perspective of a philosopher. Or just imagine a forest where all the living things are nothing but lions or antelopes. I guess no documentary films would be produced.
We all lie to one single person, without giving it up, without even knowing it, or on no purpose. Although we avoid telling lies to many others, we never hesitate when lying to that very person. That single person is ourselves. Unfortunately. The only person who harms us the most is our only self.
It is still very difficult to explain what the source that gives energy to the world to spin around actually is, but while humanity evolves with a fast speed both technologically and scientifically, it is growing more and more primitive in terms of humane principles. The main reason behind this is the “Ego”. Then, could we say that the ideal environment to live is a society where no one is under the control of their own Ego?
I cannot even visualize it: A society without any ego. If such a society existed, I guess the primary concepts which we would directly lack and which would directly change our living standards would be arts and science.
You may easily proceed your thoughts into visualizing that many other concepts will also disappear. However, the only way to figure out the importance of the existence of the ego is to imagine the lack of art and science. The source of inspiration for great inventions, great compositions, and great works of literature are all the ego.
Even in Mesnevi, a masterpiece of poetry written by the great philosopher Mevlana, you may find a secret ego, although the writer eliminated his own ego and even turned it into a slave. Even when he humbly presented the Creator the enormous love of the Created, there partly exists an ego. In fact, what the Created desires to achieve in return for this presentation is the possibility to be loved more by the Creator.
Loving itself embodies a type of ego that expects to be loved by the loved one. Please try and imagine a person who leads their life with no ego at all. Could it be possible, anyway?
20 Ocak 2018
sus (6dk.)
Sus dedi. Ama ben tuz anladım. Tuzlukta tuz olsam yemeğe tat katsam. Tatsız tuzsuz bir adamım. yollarda yalnızım. Yalnız kamyon şoförleri ve onların kamyon yazıları. Edebiyat budur. Tekerler üzerinde giden edebiyat. Bugün varsın yarın yoksun. Gezegenler arası bir görüşmeye şahit oldum. olmaz alaydım. Tuz olaydım. Biber beni kıskansın. Kıskanç biberler domatesle işbirliği yapar. Ben bir manavım. Bana koymaz. Lahanalar benden yana. Evimi özledim. Parkeleri cilalıycam, sonra kayıp düşücem. Ayağım alçıda, hemşire gülecek bana. Doktor da ıspanak saçlı. Peruk mudur nedir. Denize girsem, su tuzlanır mı. Sustu, tuza takıldım. Elim acıyor, hemşire yüzünden, lanet etti bana. Tuz yok ona. diyet yapsın. Şişko zaten, hem de ne şişko. Kaldım şimdi. Üzüldüm ona. Esasında 55 kilo. Maviş hemşire. Doktor gitse. Ispanak kafalı doktor. Özür dileyeceğim hemşireden. Ameliyathane açıldı. Adam bağırsakları yerde dışarı çıktı. Yardım dedi. Ben lahanalar yetişin dedim. Adam bağırsaklarını yerden toplamaya çalışıyordu. Ispanak saçlı doktor bone ile çıktı.
ben (6dk.)
Mutlu bir hayat, sağlıklı ve dostlarla dolu. aşık bir koca, evine koşarak giden. Çocuklarında çocukluğunu gören ve böylece kendi çocukluğunu anımsayan bir baba. Babasına yeterince teşekkür edememiş bir evlat, onu kaybettikten sonra bu konuda pişmanlık yaşayan bir adam. belki de tek pişmanlık. Karşılıksız yardımı seven, ama bilmiş görüntüsünden çok çeken adam. İnsan olmaya çabalarken yazmayı öğrenen adam. Her insan gibi çelişkilerle dolu, ama onları kendince rasyonelleştiren adam. Adam gibi adam olmak için, baba gibi baba olmak için çabalayan adam. Hem kendisini beğenen, hem de kendini yansıtamayan adam. Ölümden korkmayan ama yaşadığının kalitesinden endişe duyan bir adam. Ağlamayı gülmekten çok seven ama ağlayamayacak kadar güzel bir hayat yaşayan şanslı bir adam.
aklar (6dk.)
Henüz saçlarıma aklar düşmese de yaşamımın uzun bir kısmını
tamamlamış hissediyorum.40 lı yaşlar sorgulayan yaşlar geçmişi. Geçmişime dair
var mı pişmanlıklarım, var tabi. Ama yine de duruşu her zaman belli olan bir
adam idim ben. Bunca yıldır ne biriktirdin desen, dostlar ve güzel anılar
derim. Bir de sımsıcak bir aile ve iki paşa oğlum ve gül kokulu eşimle. Hırs
hep vardı ama paradan çok başarı için. Başarı hep istedim ama tanınmaktan çok
kendimi bulabilmek için. Hala yirmili yaşlarda ki neden olmuyorlar la kavgam
devam ediyor. Bitmez sanırım bu iç çekişmelerim. Kendime acımadan kendim duvardan
duvara vurmayı ne çok seviyorum. Öfke en sevmediğim duygu olsa da kovulmuş
değil tam anlamıyla benliğimden. Ben beni ben yapanlardan kurtulmam mı lazım
yoksa onlara sarılıp barışmam mı lazım henüz karar veremedim. Bunca çelişik
görüntüden nasıl olgun bir karakter algısı çıkar bilemem. Ama yazarım dürüstçe,
korkmadan. Ondan eminim.
18 Ocak 2018
bunları (6dk.)
Bırak bunları dedim. Al şunları dedim. Almam dedi. Çok ta umrumda sanki. İster alsın ister almasın. Gümüş tepside gördüm geleceğimi. Toprak çanakta idi geçmişim. Geçmişim geçmemişim. Kimin umurunda. Zayıf yönlerim var benim. Rüzgar yağmur tanelerini taşır. Beni ne taşıyor ki. Bir rüzgarım yok. Beni ancak fırtına taşır. Kasırga kasırga. Kasırga severim ama kısır kadar değil. Kısır ne kelimedir ya. Küfür gibi. O var ya, o kısır... çok kötü ya. Kedi gibi doğruracan. Yalayarak bakacan kaç tane doğurmuşsun. Kedi giriyor mu ultrasona. Girse küfür basar onu sokakta sıkıştıran o tekire. Fare yakalamak bir sanattır. Ama peynirle değil. Kapanla da değil. Pençe ile. Benim pençelerim nerede. Var mı. Var tabi ama göstermem kimseye. Gösterdiğim kişi son görüşü olur beni. Katil olmak zor be. Kaç leşim var unuttum. En çok kafa kesmeyi seviyorum. Kan şöyle yüzüme fışkırıyor ya sanki havai fişekler patlıyor o an. Her kanın lezzeti de farklı. Bazen tadı dilime gelir, güzelmiş tadı öldürmeseydim bu adamı derim. Üzülürüm. Benim kanımı kim tadacak. Kasap hayri mi.
Çiğnedi (6dk.)
Tüm lokmaları tek lokma gibi çiğnedi. Ne acıkmış diye düşündüm. Beni de yer mi acaba. Zaten bir balinanın içindeydik. Gökyüzünden serbest dalış yapan bir balinanın. Tüm balinalarla iddiaya girmiş. serbest dalışta ben bir numarayım diye. Yunus da hakem olmuş. karadan gelen yok. Karakol da yok. Denizkol var. Denizkol pek bir derinde, biz göremiyoz. Midesinden çıksam şu balinanın. Karakola bile hasretim. Açlık ne de açlık. Ben de açım. doymadım. Yaşayamadıklarıma doymadım. Bir yiğit gelse beni balinadan çıkarsa. Er meydanına gitsek. Pazulu erkeler bir ordu olsak kim yenebilir bizi be. Meydan okuyorum tüm orkinos avcılarına. Balina serbest dalış yaparken sessiz kalanlara. Koskoca okyanusta hesap sormak gelmiyor mu aklınıza. Biz varken senin ne haddine diye. Beyaz peynir tost da güzel olur.Ama arasında domates olacak. Kediler miyavlar ama havlamak da isterler. Havlayan ise miyavlamak istemez. Gel de bunu balinaya anlat . Karakola gidicem şimdi. Azat edicem oradaki tüm suçluları. bana mı düştü. evet. balinaya inat pazulu erkeleri de alıp karakolu basıcam. aydan bile görecekler hışmımı. Aydan nasıl görünürüm acaba. Ayı ben görüyorum o da beni görecek. Ya görecek, ya da o da bana görünmeyecek. Tez aya bir ulak yollayın, bana ..
11 Aralık 2016
Mecburi Veda
Oysa ne kadar sırandan bir gündü.
Doğru dürüst vedalaşamamıştım bile evden çıkarken akşam geri geleceğimden
eminmişim gibi. Bilseydim gün kararmadan birkaç dakika izlerdim bulutları, gün
batımını ve denize düşen o kızıl yakamozu. Kısa bir mesaj atardım bilseydim
eşime; “Gelemiycem sanırım, ama nedeni ben değilim, sen de değilsin. Nedeni boş,
bom boş. Öğreneceksin zaten, üzül ama yıkılma, yıkılma çocuklarımız için…” diye
yazardım. Esasında daha çok yazacaklarım var diye düşünürdüm böyle bir durumda
ama nedense bu kadar daha yeterli gibi. Ama bilemedim, bu kadarını bile ona
iletemedim.
İkinci oğlum daha bebek, bir
buçuk yaşında. Onun nasıl büyüyüp serpildiğini göremiycem maalesef. İkisinin de
mürüvvetinde gelinlerimi benim adıma kim isteyecek acaba. Neleri merak ediyor
insan ölümüne belki dakikalar kalmışken. Bir dolu çuval gibi yığıldığım yerde,
her ne kadar hareket etmek istesem sadece gözlerimi oynatabildiğimin
farkındayım. Dışardan nasıl göründüğümü merak ediyorum esasında, zira
yıkarlarken bedenimi kimseye zorluk çıkarmak istemiyorum, öyle paramparça ve
biraz da eksik. Özür dilerim şimdiden tüm sevenlerimden, inanın benim hatam
değildi. Elimde olsa sizi en az üzecek şekilde gitmek isterdim bu dünyadan. Ama
bilemezdim. O dakika, orada olacağını bu olayın bilemezdim.
Sadece gözlerimi oynatabiliyor
olmam hala bir lütuf sanki. Ama bir yandan da kulağımdaki çınlama azalıyor ve
inleme çığlıkları duymaya başlıyorum. Duymasam, duymasam, duymadan o inlemeleri
kayıp gitsem. Geride bırakacaklarıma rağmen sonumu sabırsızlıkla bekler
durumdayım. Çünkü zor, çok zor. Duymak ve yanına gidip kulağına fısıldayamamak
diğer eksik kaderdaşımın, “ Bitti, gidiyoruz, rahat ol. Yalnız değilsin,
beraber gidiyoruz. Bizim suçumuz değil, üzülme, sadece sonu başlangıç gör, ve
başlangıcına merhaba de.” diye.
Sonra gözümün seçebildiği en uzak
noktaya odaklanıyorum, yana yığılmış, yere paralel. Bir kol ve bileğindeki camı
kırılmış saate takılıyor gözüm. Saat kaç acaba şu an. Sanki çok önemliymiş gibi
o dakikalarının adını koymam lazım zihnimde. Sanki günlüğüme not alacağım şu
gün şu saatte oldu olanlar diye. Ama daha ürpertici olan ise, o saati tanıyorum
ben. Evet o saat eşimin son evlilik yıldönümünde hediye verdiği saat. Birden kolum
neden o kadar uzakta diye endişeleniyorum. Kaybolmasın, eksik kalmayayım. Nasıl
bir endişe bu. Sanki tüm bedenim bana zimmetli bir emanet ve onu tam olarak
geri teslim edebilmek dürtüsü. Ne garip, ne olağan dışı. Kolumu kendime çekmek
için son bir gayret ama ancak yaşayınca insanın idrak edebileceği bir durum;
kolumu çekip alabileceğim kolum zaten orda. Ama bunu ancak onu almaya teşebbüs
ettiğinde fark ediyor insan böyle bir durumda olduğunu.
Siren sesleri, yanıp sönen mavi
kırmızı ışıklar. Oysa ben henüz geçiş yapmadım. Diğerlerine benden önce
gitseler bari. Benim biraz daha zamanım var galiba. Lütfen yalnızken gitmek
istiyorum, ne o ambulansta acınası gözlerle yapılan müdahaleler sırasında ne de
hastanede bir umutla bekleyen sevenlerimin acılarına şahit olarak. Belki bencilce,
ama bu kadarını çok görmeyin bana. Benim yaşayamayacaklarımın bir kefaleti
olarak görün bunu.
Annem, en çok da senin yüreğin
bunu nasıl kaldıracak düşüncesi beni ürpertiyor. Yok ürperme değil, üşüyorum,
titriyorum. Boynumdan beni hafif gıdıklayarak göğsüme dağılan sıcaklığın kanım
olduğunu şimdi fark ediyorum titrerken. Sanırım kanım beni daha fazla taşıyamayacak
ve ısıtamayacak kadar azaldı. Nabzımı geri sayan, sayarken seyrekleşen ve yavaşlayan
bir gong gibi zihnimde duyuyorum. Annem, bunları yaşamak için doğurmadın sen bu
evladı. Haklısın, çok haklısın, ama bilemezdim annem. Çocuklarımın büyüdüğünü görebilmek
için değil, eşime bir kez daha doyasıya sarılabilmek için değil, sırf sen evlat
acısı yaşama diye bunlar yaşanmasın isterdim Annem.
Ama benim elimde değildi. Ben sadece
oradan geçiyordum Annem, yanlış hiçbir şey yoktu gerçekten. Yine de sana karşı
kendimi suçlu hissediyorum. Bugün içinde arasaydım seni, annemsin ya derdin ki
sezerek, bugün oradan gitme oğlum, başka yerden git derdin. Biliyorum, sen
sezer ve derdin. Seni bugün aramadım annem. Beni affet, seni, ailemi, herkesi
üzdüm bilemeden. Ama böyle olsun istemezdim Annem, böyle olacağını bilemezdim.
Sıradan bir gündü. Ne rüzgâr
farklı esiyordu, ne de güneş farklı kızarmıştı batarken. İçtiğim kahvenin tadı
da aynıydı bu sabah, altı değişirken huysuzluk yapan minik oğlumun çıkardığı
mızmızlanma sesleri de. Bir ipucu olsaydı, hepinizi nasıl öper koklardım evden
çıkmadan. Tüm gün o kokuyu içimde tutardım bir nefes gibi. Ama… Ama... Sanırım vakit geldi. Son nefesi
çekiyorum yanık ve barut kokusuna rağmen. Koşarak gelen sedyelileri seçiyor
gözüm. Gülümsüyorum, acaba fark edebiliyorlar mı giderken gülümsediğimi. İnşallah
fark ederler ve eşime iletirler; “ Gülümsüyordu”.
10 Aralık 2016’da Dolmabahçe ve
Maçka Patlamasında Kaybettiklerimizin Anısına. Mekanları Cennet Olsun.
Erdem Kıralı - 11 Aralık 2016 14:41
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)