Onun
haykırışları kulağımı tırmalıyordu. Ne istediğini bilmeyen bir çocuğun
mızmızlanması gibiydi. Kaçmak istiyorum buralardan. Yeter, gelme üstüme. Değişikliğe
ihtiyacım var, alana ihtiyacım var. Akordeon çalan ağma bir adam olmak
istiyorum mesela Barcelona’nın La Rambla caddesinde. Yalnız olmanın o kutsal
kokusunu içime çekmek istiyorum. Uzakta balkonun birinden müziğime uyarak
mırıldanan orta yaşlı kadının boğuk sesiyle huzur bulmak istiyorum. Sadece
huzurun seslendiği yöne gitmek ve melodilerimle gezdiğim tüm sokaklara Gaudi gibi
izler bırakmak istiyorum.
Hayal
bu ya, hafiften bir yağmur başlıyor ama hava öyle yumuşak ki Casa Mila’nın
dalgalanan balkonlarının altında çalmaya devam ediyorum. Rüzgâr ufak birkaç damlayı
yine de taşıyor yüzüme sanki yanağımı okşayarak beni avutuyormuş gibi. Casa Mila’nın
şövalye miğferli bacaları esen rüzgârı kullanarak bariton sesleriyle bana eşlik
ediyorlar. Artık müziğim nasıl coştuysa bu kez genç bir kadın sesi duymaya
başlıyorum bana eşlik eden ve yakınlaşıyor sesi gitgide. Yağmurun, aşkı
taşıdığını ve rüzgârdan âşık olmak isteyenlere aşkı götürmek için yardım
istediğini anlatan sözler söylüyor müziğime uyarak. Kaldırımda bana yaklaşan ve
müziğimin ritmine uyan ayak seslerini duyuyorum. Onu göremesem de yağmur
altında özgürce şarkı söyleyerek dans ettiğini hissediyorum.
“Aşkı
getirdim beyaz bulutlardan
Rüzgâr
es ve götür beni,
Kalbi
boş olanlara götür,
Kalbi
kırık olanlara götür.
Yalnız
değilsin artık,
Yüzüne
vuran damlalar benim,
Ben;
aşk, işte geldim.”
Yağmurdan
sokaklar ıslak ve ben görmediğim olgun sesli genç kadına aşık çalmaya devam
ediyorum. Sesi hiç uzaklaşmasın ve yakınımda kalsın diye çabalıyorum ama
maalesef olamıyor. Çünkü notalarıma şehvet ve ego karıştığından tüm o duygu
seli tuzla buz oluyor.
Barselona’nın
bitmeyen aşkları meşhur derler. Başlar, bitmez ama devam da etmemiş. Gaudi’nin
o bitmeyen devasa kilisesi gibi, tanımadığım, görmediğim kadınlara bitmeyecek
devasa aşklar besliyorum. Akordeonumun körüğüyle yüreğimde kalan son kıvılcımı
da ateşe çevirmeye çabalıyorum. Sonra gerçekler bir tokat gibi yüzüme çarpıyor.
Uyandırıyorlar beni ağma olduğum hayalimden. Dırdır eden o kadın yine başımın
dibinde, dinlemiyorum ama duyuyorum maalesef ve duymak bile tüketiyor beni. Lütfen
kadın, gelme üstüme.
Hangisi
daha acınası acaba diye düşünüyorum. Hayali sokaklarda gezinen hayali müzisyen
mi yoksa gardiyanı ile evli kendi evinde hapis aciz adam mı? Anlamakta artık
çok zorlanıyorum. Oysa merak etmeyi bırakmam lazım. Ne önemi var ki? Gerçek
olan şu, yaşadıklarımın bana acı vermesine ben izin veriyorum. Evet, benim de
zaaflarım var ve ben onların etimi kemiğimden sıyırmak istediklerini biliyorum.
Zırhım yok belki üzerimde ama ruhumun şeffaflığına güveniyorum ve o mutluluk
kırıntılarını toplamak için yine dalıyorum hayallerime.
İstiklal
caddesindeydim şimdi. Ağma olmanın keyfi ile Odakule’nin dar sokağında bağdaş
kurmuş saz çalıyordum. Hafif çiseleyen yağmurdan koruyordu beni koca bina. O
dans ederek şarkılar söyleyen olgun sesli genç kadını bekliyordum. Barselona
sokaklarından onu bir İstanbul masalına sürüklüyordum.
Başımı
öne eğmiş nerdeyse alnım saza değecek şekilde vuruyordum sazın tellerine. Saz
beni çalıyordu esasında ve ben onunla akıyordum Beyoğlu’nun sokaklarına. Çiçek
satan o çingene kızı sazımın tınlamalarını kendine fon yapmıştı. Geçip giden çiftlerin
yoluna çıkıyor, bir yandan yanık sesiyle şarkımı mırıldanıyor bir yandan da
sıcacık kocaman gülüşüyle çiçeklerinden onlara uzatarak ekmeğini kazanmaya
çabalıyordu. Genç sesini hayat şartları yormuştu ama o savaşıyordu hala
kendince. Ona hitaben vuruyordum şimdi sazımın tellerine.
“Ben
yoruldum hayat, gelme üstüme
Diz
çüktüm dünyanın namert yüzüne
Gözümden
gönlümden düşen düşene
Bu
öksüz başıma gözdağı verme.
Ben
yanıldım hayat, vurma yüzüme
Yol
verdim sevdanın en delisine
O
yüzden ömrümden giden gidene
Şu
yalnız başımı eğdirme benim.”
Tüm
İstanbul susmuş bizi dinliyordu. Gaudi akordeonu ile müziğimize katılmıştı. Son
dörtlüğü üçümüz beraber söylüyorduk. Barselona’da sönen aşkın külleri
İstanbul’da tekrar alevleniyordu.
“Ben pişmanım hayat, sorguya çekme
Dilersen
infaz et, kar etmez dile
Sözlerim
ağırdır, dokunur kalbe
Şu
suskun ağzımı açtırma benim.”
-SON-
*Şarkıyı dinlemek isteyenlere;