04 Nisan 2021

Gelme Üstüme

 


Onun haykırışları kulağımı tırmalıyordu. Ne istediğini bilmeyen bir çocuğun mızmızlanması gibiydi. Kaçmak istiyorum buralardan. Yeter, gelme üstüme. Değişikliğe ihtiyacım var, alana ihtiyacım var. Akordeon çalan ağma bir adam olmak istiyorum mesela Barcelona’nın La Rambla caddesinde. Yalnız olmanın o kutsal kokusunu içime çekmek istiyorum. Uzakta balkonun birinden müziğime uyarak mırıldanan orta yaşlı kadının boğuk sesiyle huzur bulmak istiyorum. Sadece huzurun seslendiği yöne gitmek ve melodilerimle gezdiğim tüm sokaklara Gaudi gibi izler bırakmak istiyorum.

Hayal bu ya, hafiften bir yağmur başlıyor ama hava öyle yumuşak ki Casa Mila’nın dalgalanan balkonlarının altında çalmaya devam ediyorum. Rüzgâr ufak birkaç damlayı yine de taşıyor yüzüme sanki yanağımı okşayarak beni avutuyormuş gibi. Casa Mila’nın şövalye miğferli bacaları esen rüzgârı kullanarak bariton sesleriyle bana eşlik ediyorlar. Artık müziğim nasıl coştuysa bu kez genç bir kadın sesi duymaya başlıyorum bana eşlik eden ve yakınlaşıyor sesi gitgide. Yağmurun, aşkı taşıdığını ve rüzgârdan âşık olmak isteyenlere aşkı götürmek için yardım istediğini anlatan sözler söylüyor müziğime uyarak. Kaldırımda bana yaklaşan ve müziğimin ritmine uyan ayak seslerini duyuyorum. Onu göremesem de yağmur altında özgürce şarkı söyleyerek dans ettiğini hissediyorum.

“Aşkı getirdim beyaz bulutlardan

Rüzgâr es ve götür beni,

Kalbi boş olanlara götür,

Kalbi kırık olanlara götür.  

Yalnız değilsin artık,

Yüzüne vuran damlalar benim,

Ben; aşk, işte geldim.”

 

Yağmurdan sokaklar ıslak ve ben görmediğim olgun sesli genç kadına aşık çalmaya devam ediyorum. Sesi hiç uzaklaşmasın ve yakınımda kalsın diye çabalıyorum ama maalesef olamıyor. Çünkü notalarıma şehvet ve ego karıştığından tüm o duygu seli tuzla buz oluyor.

Barselona’nın bitmeyen aşkları meşhur derler. Başlar, bitmez ama devam da etmemiş. Gaudi’nin o bitmeyen devasa kilisesi gibi, tanımadığım, görmediğim kadınlara bitmeyecek devasa aşklar besliyorum. Akordeonumun körüğüyle yüreğimde kalan son kıvılcımı da ateşe çevirmeye çabalıyorum. Sonra gerçekler bir tokat gibi yüzüme çarpıyor. Uyandırıyorlar beni ağma olduğum hayalimden. Dırdır eden o kadın yine başımın dibinde, dinlemiyorum ama duyuyorum maalesef ve duymak bile tüketiyor beni. Lütfen kadın, gelme üstüme.

Hangisi daha acınası acaba diye düşünüyorum. Hayali sokaklarda gezinen hayali müzisyen mi yoksa gardiyanı ile evli kendi evinde hapis aciz adam mı? Anlamakta artık çok zorlanıyorum. Oysa merak etmeyi bırakmam lazım. Ne önemi var ki? Gerçek olan şu, yaşadıklarımın bana acı vermesine ben izin veriyorum. Evet, benim de zaaflarım var ve ben onların etimi kemiğimden sıyırmak istediklerini biliyorum. Zırhım yok belki üzerimde ama ruhumun şeffaflığına güveniyorum ve o mutluluk kırıntılarını toplamak için yine dalıyorum hayallerime.

İstiklal caddesindeydim şimdi. Ağma olmanın keyfi ile Odakule’nin dar sokağında bağdaş kurmuş saz çalıyordum. Hafif çiseleyen yağmurdan koruyordu beni koca bina. O dans ederek şarkılar söyleyen olgun sesli genç kadını bekliyordum. Barselona sokaklarından onu bir İstanbul masalına sürüklüyordum.

Başımı öne eğmiş nerdeyse alnım saza değecek şekilde vuruyordum sazın tellerine. Saz beni çalıyordu esasında ve ben onunla akıyordum Beyoğlu’nun sokaklarına. Çiçek satan o çingene kızı sazımın tınlamalarını kendine fon yapmıştı. Geçip giden çiftlerin yoluna çıkıyor, bir yandan yanık sesiyle şarkımı mırıldanıyor bir yandan da sıcacık kocaman gülüşüyle çiçeklerinden onlara uzatarak ekmeğini kazanmaya çabalıyordu. Genç sesini hayat şartları yormuştu ama o savaşıyordu hala kendince. Ona hitaben vuruyordum şimdi sazımın tellerine.

 Kırmızı güllerin üst üste olduğu sepeti önüme bıraktı yağmur biraz hızlanınca. Yanıma bağdaş kurup oturdu. Güllerin kokusu burnumda, acılı ama genç bir kadın sesi yanı başımdaydı.   

 

“Ben yoruldum hayat, gelme üstüme

Diz çüktüm dünyanın namert yüzüne

Gözümden gönlümden düşen düşene

Bu öksüz başıma gözdağı verme.

Ben yanıldım hayat, vurma yüzüme

Yol verdim sevdanın en delisine

O yüzden ömrümden giden gidene

Şu yalnız başımı eğdirme benim.”

 

Tüm İstanbul susmuş bizi dinliyordu. Gaudi akordeonu ile müziğimize katılmıştı. Son dörtlüğü üçümüz beraber söylüyorduk. Barselona’da sönen aşkın külleri İstanbul’da tekrar alevleniyordu.

     

      “Ben pişmanım hayat, sorguya çekme

Dilersen infaz et, kar etmez dile

Sözlerim ağırdır, dokunur kalbe

Şu suskun ağzımı açtırma benim.”


-SON-

*Şarkıyı dinlemek isteyenlere;

https://www.youtube.com/watch?v=K7z3590-Mt0