Yıkık binaların
arasında yürüyordu. Temkinli ve sakindi. Önüne çıkan cesetleri yokluyor, inleyen birini fark ederse kafasına tabancası ile sıkıyor ve yoluna devam ediyordu.
Hazırladığı bomba yeterince can almıştı. Fünyeyi uzaktan kumanda ile patlatırken
bombanın sesini bir senfoni gibi dinlemişti ve tabi on saniye sonrasında
arkasından gelen çığlıkları da. Birbirine karışan barut ve yanık et kokusu ona
geçmişini anımsatan bir parfüm gibi geliyordu. O geride hiçbir canlı insan
kalsın istemiyordu. Yüzlerce ceset parçasının arasında adım adım yürürken,
ilgilendiği tek şey hala nefes alan biri var mı, varsa hemen kafasına sıkmaktı.
İnsanımsı bir makina gibiydi. Sadece öldürmeye programlanmış bir makine.
Tereddüt etmeden hareket edene sıkıyordu.
Asla doymuyordu
öldürmeye. Ona verilen görev uyuşturucu tacirlerinin üretim ve dağıtım merkezi
olan bu binaları bomba ile imha etmesiydi. Yerde inleyen her adamı gördüğünde,
daha orta okul çağında iken bunlar gibi adamlar yüzünden zehirlenen kız
kardeşinin ölümü aklına geliyordu. Çocukları ve gençleri zehirleyen bu hamam
böceklerinden bu dünyayı temizlemeye yemin etmişti. Ama o sadece bir temizlikçi
değildi. O bir yamyamdı. Bu işi görev olduğu için değil, öldürmeyi sevdiği için
de yapıyordu.
Yüzüne sıçrayan
kanları eliyle silerken bazen diline götürür ve tadına baktığı bile olurdu.
Kanın tadını kendince kategorize eder ve kanın tadına göre “tam gebertmelikmiş”
gibi yorumlar yapar, kendini kendince doğrulardı.
Orayı terk
etmesi için yaklaşık dört dakikası daha vardı. Deneyimleri sonucunda dört
dakikada sadece yaralılara sıkarak ölü sayısını üç katına çıkarabileceğini
biliyordu. Zamana karşı oynayan lunaparktaki bir çocuk heyecanında sağa solu
kollamaya ve ateş etmeye devam ediyordu.
Şarjör
değiştirirken arkasından bir karaltının enkazdan enkaza geçtiğini hissetti.
Nefesini duyabiliyordu. Yaralı değildi sık nefes alıyordu ve sekmeden yer
değiştirmişti. Ve şimdi ya fark edilme korkusu ya da ona hamle yapmak için
doğru zamanı kolluyor olmasından dolayı orada hareketsiz bekliyordu. Saatine
bakıyormuş gibi yaparak saatinin camını ayna niyetinde kullandı. Yıkık kerpiç
duvarlar o zavallıyı koruyamayacak kadar zayıftı. Yeter ki yerini doğru tespit
etsin ve tek seferde onu vurabilsin.
Saatin camından
nereye ateş edeceğine karar verdi. Yere düşen gölgeye göre saklanan kişi,
çömelerek siper almış atış fırsatı bekliyordu. Çömelerek döndü ve önceden
kestirdiği kerpiç duvara üç el ateş etti. Bir hıçkırık sesi duydu. Hıçkırıktan
çok ciğerlerinden kurşunlanan birinin nefes alma çabasında çıkardığı böğürme
gibiydi ama tiz ve zayıftı. Öldürürken duymaya çok alışık olmadığı bu sesin
sahibini merak ederek yıkıldığı köşenin arkasına doğru yürüdü.
Önce elinden
silahı düştü manzarayı gördüğünde. Sonra dizlerinin üstüne çöküp kaldı. Yerde yatan
kız çocuğu elindeki pelüş ayıcığı sıkıyor ve bir yandan korku ile kanayan
göğsüne bastırıyordu. Ona dokunmak istedi ama elini uzattığı anda kızın
gözyaşlarını gördü. Gözleri birbirine kitlendi birkaç saniye. O kara masum
gözlerde net bir ifade vardı; “Neden beni vurdun?”.
Çöktüğü yerden
kızın başucuna yaklaştı ve onu sol kolunda yatacak şekilde kucakladı. Sağ eli
ile de pelüş ayıcıkla yaralarına basıyor ve onu kurtaramayacağını bilmesine
rağmen anlamsızca müdahaleler yapıyordu. Kız refleks olarak ellerini kendi
karnına bağlamıştı. Küçücük bedeni ile onu kucağında kayboluyordu ama son
nefesini verirken adeta bir ateş topu gibi bu köpek balığı avcıyı yakıp kül ediyordu.
Kız böğürmeyle karışık derin bir nefes aldı ama ciğerlerinden ağzına gelen
kanın etkisi ile öksürerek dışarı püskürttü ve bu verdiği son nefesti.
Kız çocuğunun
cansız bedeni yere bıraktı ve kanlı pelüş ayıcık elinde yürüdü. Yere düşürdüğü
silahının yanına geldiğinde durakladı ve belinde ki diğer yedek silahını ve
kasaturasını da çıkarıp yanına attı. Sırtında ki çelik yeleği hiç olmadığı
kadar ağır geliyordu şimdi. Hafiflemek için onu da çıkarıp attı adım adım
ilerlerken. Ama hala yükü çok ağırdı. O pelüş kanlı ayıcık, o kadar ağırdı ama
onu atamıyordu, ısrarla taşıyordu.
Belki yıkarsam
kanları giderse hafifler diye düşündü. Yıkık binaların arasından küçük bir
meydanın ortasındaki çeşmeyi gördü. Orası siper almak için çok uygun bir alan
değildi. Çevre binalarda olası keskin nişancılar için çok rahat hedef olabilirdi.
Ama önemsemedi. Silahsız, zırhsız ve ruhsuz çeşmeye geldi.
Pelüşü yıkarken
gülümseyerek ağlıyordu. Kanlar gittikçe ayıcığın gülümsediğini fark etti. Kendince
o kız çocuğunun onun af ettiği manasına gelir diye yorumladı. Ama yıkanan
kanlar azalmıyordu çeşmenin yalağında. Pelüş ayıcığı yalağa batırdıkça daha çok
kanlanıyordu. Sonra birden dizlerinin gücü kesildi ve yalağın içine doğru
yıkıldı. Suda ki kan tadını yine almıştı ama bu kez tat çok daha iğrençti. Bir
gayretle kafasını yalaktan çıkarıp sırtını çeşmeye yaslayacak şekilde oturdu. Elindeki
ayıcığı refleks olarak göğsüne basıyordu. Sırtından girip göğsünden çıkan kurşunun
açtığı yaraya basıyordu. Sonra eliyle kendi kanını tekrar diline götürdü ve
ekşiyen yüzüyle son kelimelerini söyledi; “Tam gebertmelikmiş”.