On yıl. Yaşamak için savaşla geçen on yıl. Kendinden çok annesinin onun yaşaması için savaştığı on yıl. Oğuz 'dan bahsediyorum. Beynindeki tümör alınmasına rağmen ruhunu aramızda tutamadığımız çocukluk arkadaşım Oğuz' dan. Evladım var diye daha çok yanıyor içim onun arkadaşım olmasından mada. Çünkü annesinin on yıldır yıkılmayan surlarının, yerle bir olduğunu gördüm bugün Oğuz'umun cenaze töreninde.
Bir anne sevinebilir mi artık oğlum acı çekmeyecek kurtuldu diye. Tabi ki hayır. En kötüsü de bu zaten. Bir anne asla yavrusunun ölümünü görmek istemez. Ama onu acı çekerken de görmeye yüreği dayanamaz. Ne zordur bu iki kuvvetli duygunun arasında sıkışmak.
Oğuz'umun babası bu on yıllık süreyi doldurma gücüne sahip değildi maalesef. Baba yüreği ancak iki üç yıl dayandı bu acıya. Ne derin yaralar var bazı ailelerde. Asla kapanmaz. Belki kabuk tutar. Ama kapanmaz. Biraz kıpırdat yine kanar ince ince.
Üzüntü kadar mahçubiyet de vardı arkadaşları olarak orada hazır duran bizlerde. Acaba yeterince yanında olabildik mi bu on yılda Oğuz'umun? Hayır. Soru ne biliyor musunuz? Neden çok sevdiğiniz biri, çok kötü sağlık şartları altında yıllarca yaşama savaşı verirken, siz yeterince yanında olmuyorsunuz? Çünkü onu hep o sağlıklı günlerindeki neşeli ve mutlu haliyle hatırlamak istiyorsunuz. Egoistçe değil mi?
Acaba Oğuz'un istediği de bu muydu? O toprağın altında ilk gecesini geçiriken, ben bu kelimeleri yazıyor ve biliyorum ki, ne pahasına olursa olsun, ne kadar yaralarsa yaralısın, ne kadar acıtırsa acıtsın, ölümle savaşan bir arkadaşınız var ise, onla çok sık beraber olmalısınız. Çünkü o bunu ister.
Affet beni kardeşim. Korkalığımdan dolayı affet. Acizliğimden dolayı affet. Orada görüşürüz inşallah. Hakkını helal et Oğuz. Lütfen...