15 Mayıs 2021

İdolümsün


Kocası kasabanın en zenginiydi. Görücü usulü evlenmişlerdi ama adam nedense ona deli gibi aşıktı. Her istediği kadını elde edebilecek bir adamın neden ısrarla onunla evlendiğini hiç anlamamıştık. Tüm kasaba bu esrarengiz evliliği çözümlemek için her türlü dedikodu kanalarını 7/24 açık tutuyorduk. Reçelci Rosemary’nin dükkanında kahve çektiriyordum bir sabah. Posta arabasının getirdiği yeni basma kumaşlardan elbiselik seçiyorlardı bizim Maryann ve July. Onlar konuşurken duymuştum, bizim dişi Avarel, ki ben ona kasabamızın bankasını defalarca soyan Dalton kardeşlerin en çirkin ve en uzun boylusuna benziyor diye bu adı koymuştum, yoksa gerçek adı Angelina’ydı; zengin kocasını bırakıp ortalardan kaybolmuştu. İlk aklıma gelen Avarel’le kaçmış olmasıydı ama kimseye diyemedim. Birkaç hafta sonra onu oduncular çarşısında gördüm. 

“Merhaba Angelina, görünmüyordun uzun zamandır”  

“Eee yine geldik kümese” dedi isteksiz ve mutsuz. 

“Tüm kasaba seni çok özledik. Pazar kiliseye geleceksiniz dimi kocanla?”  

“Miraç Kandiliniz mübarek olsun” dedi bana. Aval aval baktığımı da görünce; 

“Ben Müslüman oldum, bugün kandil” dedi. 

O zaman Avarel’in kardeşlerinden ayrıldığını ve soygun yapmaktan vazgeçtiğini, şerif Taytıs’a kendi ayaklarıyla gidip teslim olduğunu anımsadım. Aşk nelere kadir diye düşündüm; adam soygunu bıraktı, bizim Anjelina da Müslüman oldu. Gizli aşklarını ben çözmüştüm ama diyemedim. Ahmak kocam, Dalton kardeşlerin muhakkak Avarel’i kodesten kurtarmak için geleceklerini, fazla çarşı pazara bu aralar çıkmamı söyledi. “Bugün gelsinler artık.” dedim ben de; kocam manasız baktı bu isteğime, kasaba o kadar sıkıcıydı ki hareket istiyordum. Anjelina beş çayına geldi sonra. Kocasından habersiz bir fotoğraf yaptırmış heyecanla bana gösteriyordu. 

"Güzel çıkmış mıyım Elizabeth abla?"

"Saçlarını açsaydın keşke."

"Abla sabunum bitmiş, yıkayamadım on beş gündür. Ondan açamadım."

"Ee niye çektin bu resmi o zaman? Posta arabası en erken bir ay sonra gelecek. Daha çok beklersin sen sabunu."

"Avarel şerifin ofisinde hapiste. Ona bu resmimi ulaştırır mısın ablam? Özlemimden kahroluyordur o şimdi." 

"Şerif Taytıs beni neden içeri alsın ki?"

"Elizabeth abla, zamanında seni onu neden içeri aldıysan o da seni ofise ondan alır merak etme."

"Anjelina. Ne diyorsun sen? Sessiz ol, benim herif verandada pipo içiyor. Duyacak."

"Duymaz abla, o verandada uyurken, Şerifi yukarı odaya almadın mı sanki?"

"Sen benim evimi mi gözetliyorsun?" 

"Kızma abla ya, ben sana özenerek Avarel’le oynaştım zaten, ama aşık oldum ona sonradan. Dinimi bile değiştirdim onun için baksana."  

Çok kızgındım öfkemden duvarları yumruklamak istiyordum. Resmi aldım elinden hışımla.

"Benden haber bekle. Sana aşkını getireceğim."

"Gerçekten mi Elizabeth abla. Bak söyle, bu akşamsa gidip sakalımı bıyıklarımı alayım."

"Uğraşma anlamaz Avarel. En kısaları Joe olsa işin zordu."

"Elizabeth abla, şeriften sonra Joe’yla da mı yattın? İdolümsün valla sen benim."


Beyaz Takımlı


Beyaz takım elbiseleriyle ölmek için çok şıktı. Boynundaki kırmızı fuları yaşını gizliyordu. Çok genç değildi ama yeterince yaşlı da değildi ölmek için. Bitmemiş inşaatın bitmemiş son katından saldı kendini. Yere çarpmadan yarım sökülmüş iskele demirlerine, oradan da çimento karıştırıcısına pinpon topu gibi sekerek çarptı.

Yerdeki cesedine bakarken “keşke beyaz giymeseymişim bugün” diye düşündü. İnşaatın tüm kiri pası, bir de ağzından burnundan sızan kanlar, hepsi beyaz takım elbisenin üzerindeydi. “Kimliğim cebimde mi acaba?” diye düşündü. Zira kendisi bile kendini tanıyamıyordu baktığında.

Sonra kara bulutların geldiğini ve hızla alçaldığını fark ettiğinde artık ondan geriye kalan cansız bedeni onu pek ilgilendirmiyordu. Çevredeki tüm ağaçların yaprakları dökülmüş, tüm kuşlar ölmüş yerlerdeydi. Sadece bir uğuldama sesiyle beraber ona doğru gelen kara bir sis vardı. Güneşi görmek için yukarı baktı, gördüğü tek şey atladığı yerden ona bakan kendisiydi. “Çok yanlış yaptın” gibisinden bakıyordu temiz beyaz takım elbiseli kendisi. “Koca bir hayat bile değmez bir gözyaşına diye düşündü ve nerden yardım isteyeceğini bilemeden olduğu yerde çömeldi, titremeye başladı. Sis onu sardı sarmaladı, nefes gibi içine doldu. İstemsizce kendini bıraktı sisle gelen rüzgâra. Hızlanan ve yavaşlayan rüzgârın içinde sararmış bir yaprak tanesi gibi sürükleniyordu.

Rüzgâr hafifledi, onu hiçbir yerinde tümsek olmayan dümdüz kurak toprak bir alana bıraktı. Yine güneşi görmek için yukarı baktı ama sadece gökyüzünden ona doğru sallanan kürekleri gördü. Küreklerle aşağı atılan topraktan çok azı ona isabet ediyordu. Ama ona değen her toprak parçasında içi rahatlıyor, genişliyor ve daha çok toprak ona değsin diye kımıldamaya çabalıyordu.

Ama nafile. Ağlayanlar vardı yukarda. Uzanmak istedi kimler var diye, boynundan demir halka ile toprağın dibine çekiliyordu her niyetlendiğinde. Bedenini oynatamayacağını fark edince ruhen çıkayım dedi yukarıya, kara sisten olan ellerin tutuğu mızraklarla tekrar bedene itelendi geri. Ağlayan bir kadın vardı hala, duyuyordu, ama sesinden kimdir çıkaramıyordu. Zaten zihninde hiçbir isim ve yüz de kalmamıştı. Tüm alemde tek yaratılmış kendisiymiş, hatta Adem olan oymuş gibi hissediyordu. Yaşlıca tok bir ses o kadına seslendi; “Koca bir hayat bile değmez bir gözyaşına.” O kadın da sustu sonrasında. Ne ses kaldı ne ışık.

Davet edilmeden gelen ufak büyük tüm sürüngenler ordaydı artık. Onlardan tiksinmiyordu ama yavaş yavaş hareket etmeleri onu çok rahatsız ediyordu. Hızlıca işlerini görseler bari diye düşündü. Geldikçe geliyorlardı ama sadece üstünde dolanıyorlardı. Sanki her biri onun üzerinde gezinip sırasını bir sonraki gelene bırakıyordu. Keşkeler için çok geçti artık. Beyaz kefene sarılmaya çalıştı, boynundaki fuları bir sürüngendi artık.

Yenildim



En yenilmez komutan bile yenilgiyi tadacaktır

Senin gibi bir kadına âşık olursa.

Ayı postu gibi serildiler yerlere

Düşmanım olma gafletinde bulunanlar.

Onları ezdiğime asla sevinmedim.

Kutlamalar, övgüler, madalyalar,

Hiçbirini seni arzu ettiğim kadar istemedim.

Cephede barutumuz bitti,

Sana yazacak mürekkebim var diye dert etmedim.

İmparator oldum diye taç giydirdiler,

Daha seni nasıl cezbedebilirim bilemedim.

Okunmamış mektuplarımı buldum odanda.

Yırtıp hepsini yüzüne atmak yerine

Tek tek sesli okuyarak sana dinlettim.

Josephine bir kez daha aşkla baksan bana,

Ölümüme kadar yeterli benim için.

İnanmam mümkün değil

Gönlünün başkasında olmasına.

Bedenine dokunacak başka ellerin

Varlığına inanmam mümkün değil.

İtiraf etsen de ahlaksızca yüzüme,

Seni cezalandırmam mümkün değil.

Tacımın gücü dünyaya yetse de,

Gönlümün sesini susturmam mümkün değil.

Ancak bir kadın aciz kılar yenilmez bir erkeği.

Bilsem de kendimi senden men edemedim.

Tüm dünya boyunduruğuma girmesin diye

Sana yenildim, tekrar yenildim,

Tekrar yenildim.

14 Mayıs 2021

kıymet (6dk.)

 


Kıymetimi bilmiyorlar. Gerçi, ben de kendi kıymetimi bilmiyorum. Kıymet bizim kapıcının karısını ismi. Kapıcı da Kıymet’inin kıymetini bilmiyor. Kıymet esasında kıyamet, uzak durmakta fayda var. Kaz dağlarında madende çalışanlara soru sormuşlar; “Kaz dağında kazmak nasıl bir duygu diye. Adam “bu ne kazma soru” demiş. Muhabir de “elinde kazma olan adama ne sormamı bekliyordun?” demiş. Kaldırmış kazmayı indirecek muhabirin kafaya araya kameraman girmiş. Görüntü bir yerde bir yukarda, çevreciler kavga çıktı diye kendilerini zincirledikleri çınar ağaçlarından kurtulup madenciye saldırmışlar. İki tane sincap yüksekçe bir kayadan çatışmayı tuzlu fıstık yiyerek izliyormuş. Sincaplar çok tuzlu yedikleri için orta yaşlarda kalp krizi geçirirler. Damarlarındaki kanı sulandırmak için çam ağaçlarının gövdelerinden akan baldan içiyorlar.

uykusuzluk (6dk.)


Uykusuzluk vicdan azabının göstergesidir. Göstergelere bakmadan yol almaya kalkarsan benzinin bittiğini çok geç fark edersin. Yolda kalmak zor değil esasında, yolda kalmayanların yanından vın diye geçip durmaması çok fena. Stepne oldum birinin hayatında. Oldum. Patlayan lastiğin yerine koydu mu beni, koydu. Beni üzdü mü bu. Üzmedi, çünkü ben onun çok kısa süreliğine bile olsa lastiği olabilmeyi sevmiştim. Sen de birine stepne ol. İyi gelir. İşin bitince atacak seni bagaja tekrar ama en azından nereye giderse onunla beraber gideceksin ve gerekti mi seni yeni kullanacak. Lokum satan kızlar vardı otobanda. Kamyonun freni patladı birini ezdi. Yeşil tülbendi uçmuş sarı saçlarından. Üzerinde dağılan rengarenk lokumlar. Ambulans geldi lokumları çiğneye çiğneye. Sedyeyi arabaya koydu görevli, oturdu yanına. Sonra fark etti nanelisinden bir tane gelmiş mevtanın üzerinde sedyeyle. Sağa sola bakmadan attı ağzına. O çiğnerken lokumu ambulansın kapıları kapandı.

mendil (6dk.)



Mendiller ıslak oldu olalı yanımda kurutma makinesi ile geziyorum. Islak olan hiçbir şeyi sevmem. Kuruturum toprağı bile. Kuru toprakta ne filizlenir. Onu bilmem ama aç kalmam bu sulak topraklarda. Solucan ile karganın kavgasında sizce kim galip gelir. Tabi ki daha aç olan. Kurtlar sofrasında tek bir sandalye vardır o da Bozkurt’a aittir. Diğerleri sofranın etrafında onun attığı artık kemikleri sıyırırlar. Assolist olmak için başvuru yapan traversti sanatçılar reddedilmeyi kabullenemeyip kendi Maksim gazinolarını kurdular. Adını da Geysim koymuşlar. Geysim’e bizi almadılar. Araya kimleri koyduysak olmadı. Arada derede kalan insan olmak istemiyorsan kararlarının arkasında dur. Reddedilmekten korkuyorsan odandan dışarı çıkma. Otur marleyleri say her gün. Gün ve gün sayısı değişen tek şey takvim yapraklarıdır. Üzüm salkımından koparılan üzüme diğer üzümler el sallarlar. Ama bilmezler ki sırada onlar da var. Her birimiz salkımdaki üzüm tanelerinden biriyiz. Önce hangimiz seçecek o meçhul el. Ben çekirdeksiz üzümüm kardeşim. Hamile değilim sonuçta. Hamile olmadığımdan emin olmak için test yaptırmaya ortopedi kliniğine gittim. Dediler ki yanlış geldin ürolojiye gitmen lazım. Kardeşim kimse sen erkeksin demedi yav. 


DOES THE WISE SPEAK ?


Do the wise people speak or stay silent? The talkative ones are those who prefer to copy and paste the shared knowledge or experiences that belong to the wise ones, who have reached that knowledge or experience through meditation and contemplation. The truly wise ones who have been through that meditation do not prefer to speak. 

The bold mind, who has dared release the knowledge out of the mines and out of the depths of their inner selves, may have a thousand things to tell, but still prefer to keep silent. The “Truly Wise” does not burn with the desire of advertising how wise they are and how much they know.  

The one who “Knows What is Taught”, simply speaks and speaks, in order to maintain the image of being the wise one. They say it is necessary to keep silent in order to listen. In fact, keeping silent is not necessary to listen, it is utterly necessary to be “Truly Wise”.