Kuru fasulye yemeyi seven
sevmeyen. Hepsi bilir ki sucuklu olunca değişir kurunun hali. Sucuk kendince de
iyidir ama kuru ile olan uyumu bir başkadır. Ten uyumu buna denir işte. Kuru ile
sucuğun ten uyumu. Sizce hangisi dişi olmalı. Şimdi sucuk mu kuruya tat veriyor
yoksa kurunun için de sucuk bir başka lezzetli mi oluyor. Bence sucuk erkek. Kuru
dişi. Kuru fasulye tek başına da doyurur. Anaç, besleyen doyurandır. Ama sucuk
tek başına pek bir sahipsizdir. Yanına ya kaşar gelecek tost makinasında, ya da yumurta gelecek sahanda. Sucuk onu tamamlayanlar
sayesinde ancak tat bulur. Erkek de öyle değil mi. Erkek bir kadın tarafından tamamlanmadıkça
eksiktir, tatsızdır. Sucukla kurunun ten uyumu. Nefis. Her gören arzu eder öyle
bir uyumu. Ispanak ile yoğurt arasında da benzer uyum vardır ama sucuk ile kuru,
Ferhat ile Şirin kalır onların yanında. Tamamlanmak özeldir. Eksiğin olmadığın
hissetmek başka bir güven verir. Kadının anaçlığı kadınlığına da yansır. Kadın,
erkeğini tamamlamak için çaba sarf etmez. O doğası gereği sevdiği adama
uyarken, onu bir bütün yaptığını fark etmez. Eksik kalmaya mahkum erkekler,
bunu en değerli parçalarının kaybettiğinde anlar. Aynaya bakar. Bir gözü yoktur.
Bir kulağı duymaz. Üst dudağı görünmez, erimiştir. Burnundaki bir delik
kapanmıştır kendince. Eksiktir artık
kadını yok diye. Yarısını kaybeder ama avutur kalanları ile kendisini. Kadın eksiklik
hissetmez tek kalsa da. Yalnızlık hisseder ama eksik hissetmez. Erkek ise yarım
adamdır kadınsız. Yavan sucuk yiyeniz var mı. Anlar ne dediğimi. Sucuk erkekler,
ancak bir ana yemekle lezzet bulurlar. Kadınsız, sucuk erkeler, acınacak
hallerine sevinirler, kadından kadına zıplıyorlarsa eğer.
04 Şubat 2018
çocukların ölümü(6dk.)
Ölüm soğuk. Hem de dondurucu derecede. Ama ya çocukların
ölümü. Buz devri yaşar insan. O derece soğuk, yıkıcı, utandırıcı . Utanıyorum
insan olmaktan ölen her çocuk haberinde. Katil olan kim, biziz. Öldürülen her
çocukta zalim olan biziz, hem bugüne hem
de geleceğimize. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Bir çocuk öldürüldüğünde tüm
dünya kapkara çamur içinde artık. Mavi dünya. Çıksam uzaya baksam sanmam hala
dünyanın masmavi göründüğünü. Kapkaradır dünya uzaydan eminim. Çünkü katillerin
mekanı dünya. Çocuk katillerinin mekanı. Eğer hala mavi ise, diyebilirim ki en
nefret ettiğim renk mavi artık. Bunca katile yuva olan mavi leke uzayda.
Temizlenemeyen mavi bir leke. Uzaya dökülüp kalmış bir mürekkep şişesinin
artığı dünya. İçimde temizim diye avunan ama ölen çocuklara ağlamayan maviş
dünya sakinleri. Ben aynaya bakınca utanıyorum. Siz nasıl utanmazsınız.
Hayvanları koruyanlar. Kimsesiz kadınları koruyanlar. Haklısınız. Davanızda
devam edin. Ama bilin ki siz de bu mavi leke dünyanın çöplerinden birisiniz.
Benim gibi, nefes alan tüm insanımsılar gibi. Acaba en son insan ne zaman
yaşadı merak ediyorum. 30 yıl, 50 yıl, 100 yıl, bin yıl önce. Zira şimdiki
canlılar, bizler, insan değiliz.
28 Ocak 2018
bakıyordu(6dk.)
Küçücük gözleri ile öyle büyük büyük bakıyordu ki, yaşanmışları görüyordum beyaz perdedeymiş gibi. O kadar az yıla bunca acıyı nasıl sığdırmış olabilir ki. Zamana aldırmadan onla biraz daha vakit geçirmek istedim. Zira trenin kalkış süresine çok az kalmıştı. O tanımadığım küçüğüm beni oraya nasıl bağlamıştı. Geçmişle olan hesabı bir kenara bırakıp geleceğe bakmak gerektiğine dair karar vermeliydim. Pişmanlıklarım ne kadar yersiz idi bu miniğin hüzünlü bakışlarının yanında. Karlı olmasına rağmen terliklerle geziyor idi bu minik kızcağız. Yoksulluktan çok bırakılmışlığı yaşıyor diye düşündüm. Onu nasıl ısıtabilir sin ki yalnızlıktan üşüyorsa. Karanlık düşüncelerimin ona bir aydınlık gelecek getirmesi mümkün değildi. Onun güneşi ben olamazdım ama onun aydınlığa kavuşmasına sebep olabilirdim. Sanki düşüncelerimi herkes duyuyormuş kimi tüm yolcuların bakışları kompartımanda bana dikildi. Tek duyarlı ben değilmişim demek ki.
25 Ocak 2018
Evimdeki Ceset
Her yer bulanık idi, muazzam bir baş ağrısı, hatta derin bir sızlama ense kökümde. Bulanık görmemi düzeltmek ve neler olduğunu idrak etmek istercesine kafamı salladım ama nafile. Yatağımda olduğumu seçebildim ama giysilerim üzerimde ve hafif ıslak, üşüyordum. Doğrulmaya çalıştım ama başım bir ton sanki. Anlamaya çalışıyordum durumumu. İçeride mutfaktan gelen sesleri duyuyordum. Zorlanarak dikildim en azından kolumla destek alarak yatakta oturacak kadar ve o an gördüm odamın girişinde kapının eşiğinde çökmüş gibi duran hareketsiz adamın bedenini ve ölü bakan gözlerini. Elim enseme gitti gayri ihtiyari ve yastığıma bulaşan kanın bana ait olduğunu ve ölü bakan adamın yanında duran kısa siyah copu fark ettim. Bana kim ne zaman ve neden vurdu? Eğer bana vuran bu adam ise içerideki ya da içeridekiler kim? Hemen komidin çekmecemdeki silahım aklıma geldi. Odanın en diğer ucunda olmasına ve tam net görememe rağmen beş çekmeceli komedinin orta çekmecesinde olduğundan emin olduğum silahımı almak için yarı kör bir şekilde ve büyük ense ve baş ağrısıyla oraya doğru yöneldim. Ses çıkarmamak için kendimi kontrol edebildiğim kadarıyla ilerliyordum. Ama daha odanın öbür ucuna gelmeden orta çekmecenin açılmış ve içindekilerin dışarı dağılmış olduğunu seçebildim. Neden sadece o çekmece? Neden diğerleri açık değil? Hemen yerdeki copu almak için tanımadığım cesede yanaştım ve eğildiğimde fark ettim ki göğsünde iki kurşun deliği var. Odamın kapısının kirişine yaslanarak oturur kalmış bu tanımadığım cesedin sol eli bacaklarının üstüne düşmüş ve parmakları sıkıca kanlı bir havlu tutuyor tabi büyük bir olasılıkla bana ait bir havluyu. Yani bu adam kanamasını durdurmak için orada öyle havlu ile yarasına basarken ben baygın bu yatakta yatıyor muydum? Yine de nabzına baktım içeride ki seslerin devam ediyor olmasına güvenerek. Ama ölü bakan gerçekten ölmüş idi. Sonra yerde duran sağ elinin ucunda, parkeye kanıyla yazdığı, beni asıl sarsan o harfleri gördüm...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)



