01 Eylül 2010

Geleceği Okuyanlar


Gelecek sadece sıradan insanlar için vardır. Geleceği okuyabilen özel şahsiyetler için sadece süreçler vardır, gelecek yoktur.

Savaş anında en önemli silah sayılır istihbarat. Silahların düşmandan az olsa da istihbaratın çok kuvvetli ise sen kazanırsın er yada geç.

İş hayatındaki liderlerin de, en büyük silahını istihbarat olarak ele alırsak, buradaki istihbarat tabi ki rakip firmalara yada müşterilere casuslar yollamak yada dinleme böcekleri yerleştirmek olmayacaktır.

İş hayatında liderin gücü geleceği okuyabilmesidir.

En uzak mesafeyi okuyan en güçlüdür. Eğer bu silaha sahip bir liderin şirketinde çalışıyor iseniz ve onu doğru okuyabiliyorsanız öyle manevralara şahit olursunuz ki her biri adeta ünlü bir ressamın tuvaldeki fırça darbelerini andırır.

Resim sonuçlanmadan o her bir fırça hareketinin mahiyetini ve resme ne katacağını izleyici olarak kestirmeniz çok zordur. Ama resim bittiğinde hayranlıkla değerlersiniz her bir fırça darbesini.

''Geleceği Okuyan'' iş dünyasının liderleri esasında ''Geleceği Yazanlardır'' aynı zamanda.

21 Haziran 2010

Kuyumculuk Buzul Çağda

''Değişmeyen tek değişim''. Klişe bir özdeyiş ama asla önemini ve güncelliğini kayıp etmiyor.

Kuyumculuk sektöründe şu son 3 yıllık dönemi, dünyanın buzul çağına geçişi ve dinozorların yok olma dönemine benzetebiliriz.

Evet dinozorlar ölecek. Açlık ve susuzluktan birbirlerini avlayarak, yiyerek kendilerini tüketecekler.
Ons'un enternasyonal değerinin bu denli artması ve aynı zamanda dünyanın bir çok ülkesi gibi ülkemizde de yaşanan ekonomik buhranlar buzul çağını getirmiştir.

Tüm kuyumculuk piyasası buz tutmuştur. İklim bu denli değiştiği bir dönemde, yaşayan canlı türlerinin çeşitliliğinde azalış olması ve hayatta kalan canlıların da ancak evrim geçirerek bunu başaracak olması kuyumcular ve onlarının tedarikçi yada üretici firmaları için de geçerlidir.

Kimler gidecek, kimler kalacak?
''Yokluk yiğitliği bozar'' demiş atalar. Bir kere gelenek görenek diye düğünlerde şartlar ne olursa olsun altın alınacaktır ve takılacaktır düşüncesini savunanlara cevap vereyim; çok beklersiniz.

Ons şuan ki değerinden 500 ila 600 USD'lik değerlere inmedikçe ne gelenek, ne de görenek, hatta zor görür damat ile gelin kendilerine takılan ''çeyrek''.

Altın artık altın olmuştur. Gümüş takıda markalaşma gelişecek ama bu sürece dek amatör bir çok küçük büyük gümüş mağazaları açılacaktır.

Kuyumculardan evrim geçirenler iki ana tür de yaşama devam edeceklerdir. Sarraflar; sadece çeyrek, yarım, ata denen ziynetleri satan ve alanlar ve Mücevheratçılar; değerli ve yarı değerli taşlar ile altını işleyerek butik mağazalarda satanlar.

Bu iki gruba şu an var olan her 10 kuyumcudan sadece 3 tanesi maalesef ulaşabilecektir. Diğer 7 tanesi evrim geçiremeyerek diğerlerine yem olacaktır.

Evrim geçirenlerden de ancak 1 tanesi Mücevheratçı olabilecektir. Diğer 2 si ise Sarraf olarak ticari yaşamına devam edebilecektir.

Oranlar bu olduğunda görünen net bir sonuç var ki evrim sonuçlandığında ,adet bazında kuyumcu sayısı % 70 azalmış olacaktır (bu azalma 2007 sonundan itibaren başlamış ve hızlanan bir ivmeye sahiptir) ama ciro bazında iddia ederim ki az kanal ama yüklü rakamlar oluşacaktır.

Günümüzün Marka Takı tedarikçi yada üreticileri içinse evrim farklı işlemeyecektir. Vitrinlerindeki yüklü stoklardan yada bayilerinde yüklü has alacaklarından en hızlı kurtulan evrime en çabuk adapte olabilen olacaktır.

Bu tarz markaların asla sarraf grubuna hizmet etmesi söz konusu olmadığı için, Mücevherat dalında gelişmeli ve kusursuza yakın performanslar sergileyecek vizyon ve yaratıcılığa dönük ekiplerini oluşturmalıdırlar.

Aynı oran hazırda olan marka bayileri için de geçerlidir. Her 10 bayiden 7 si kapanacak , 3 ü devam edebilecek ama ancak 1 tanesi gerçek Mücevher satıcısı olmayı başaracaktır.

Mücevheratcılıkta başarı ''tasarım gücü'' ile olacaktır. Tasarım da güç de ancak Mühendislik, Yazılım ve Hayal Gücünün sinerjisi ile elde edilebilecektir.
Son olarak şunu sormak isterim ; çevremizdeki her bir insanın üzerinde yada evinde (alyans dahil) altın takı yok ama her biri ayakkabı giyiyorlar.

O zaman neden her semtte hala ayakkabıcıdan çok kuyumcu var?

Kuyumcular için evrim zamanı; ya ölün ya da değişin.

12 Haziran 2010

Oğuz Bizi Affet....

On yıl. Yaşamak için savaşla geçen on yıl. Kendinden çok annesinin onun yaşaması için savaştığı on yıl. Oğuz 'dan bahsediyorum. Beynindeki tümör alınmasına rağmen ruhunu aramızda tutamadığımız çocukluk arkadaşım Oğuz' dan. Evladım var diye daha çok yanıyor içim onun arkadaşım olmasından mada. Çünkü annesinin on yıldır yıkılmayan surlarının, yerle bir olduğunu gördüm bugün Oğuz'umun cenaze töreninde.
Bir anne sevinebilir mi artık oğlum acı çekmeyecek kurtuldu diye. Tabi ki hayır. En kötüsü de bu zaten. Bir anne asla yavrusunun ölümünü görmek istemez. Ama onu acı çekerken de görmeye yüreği dayanamaz. Ne zordur bu iki kuvvetli duygunun arasında sıkışmak.
Oğuz'umun babası bu on yıllık süreyi doldurma gücüne sahip değildi maalesef. Baba yüreği ancak iki üç yıl dayandı bu acıya. Ne derin yaralar var bazı ailelerde. Asla kapanmaz. Belki kabuk tutar. Ama kapanmaz. Biraz kıpırdat yine kanar ince ince.
Üzüntü kadar mahçubiyet de vardı arkadaşları olarak orada hazır duran bizlerde. Acaba yeterince yanında olabildik mi bu on yılda Oğuz'umun? Hayır. Soru ne biliyor musunuz? Neden çok sevdiğiniz biri, çok kötü sağlık şartları altında yıllarca yaşama savaşı verirken, siz yeterince yanında olmuyorsunuz? Çünkü onu hep o sağlıklı günlerindeki neşeli ve mutlu haliyle hatırlamak istiyorsunuz. Egoistçe değil mi?
Acaba Oğuz'un istediği de bu muydu? O toprağın altında ilk gecesini geçiriken, ben bu kelimeleri yazıyor ve biliyorum ki, ne pahasına olursa olsun, ne kadar yaralarsa yaralısın, ne kadar acıtırsa acıtsın, ölümle savaşan bir arkadaşınız var ise, onla çok sık beraber olmalısınız. Çünkü o bunu ister.
Affet beni kardeşim. Korkalığımdan dolayı affet. Acizliğimden dolayı affet. Orada görüşürüz inşallah. Hakkını helal et Oğuz. Lütfen...