25 Nisan 2021

Son şiir

 


O inlemeleri arasında hep aynı cümleleri tekrar ediyordu; “Benim yüzümden, benim yüzümden. Beni de alın, beni de gömün.” Bir annenin acısını anlamak mümkündü tabi ama kendi canına kendini asarak kıyan bir ergen çocuğun ölümünden neden kendini bu denli sorumlu tutuyordu? Kocası Melik Bey, aynı zamanda bahriye mektebinin baş kâtibi, kollarından onun ayağa kaldırmaya çalışanlara çabuk olmalarını ister şekilde işaret etti. Hızlı adımlarla en yakın odanın kapısını açarak eşini oraya taşımaları doğrultusunda kafasını salladı. Kadıncağız kocasının bu işaretini fark ettiğinde bir katil görmüşçesine nefretle baktı sözüm ona aynı acıyı paylaşması gereken ama öyle gözükmeyen kocasına. 

“Tutturdun bahriyeli olsun, beyaz üniformalar giysin diye. Al işte beyazlara kavuştu oğlun. Kefenlere büründü oğlum.”

Melik Bey, çevredekilerin bakışlarından rahatsız onu bir an önce odaya koymak için kollarından tutan komşulardan birini hafif iterek yerine geçti ve onu kabaca kaldırmaya ve içeri çekmeye çabaladı. O güçsüz kadın bir anda nasıl bir kuvvetle o adamın yakasına yapıştı ve kalktı? Herkes şaşa kalmıştı.

“Melik Bey, mutlu musun Melik Bey? Oğlum, canım, Cemal’im beyazlara büründü. Oldu mu istediğin?”

“Behiye hanım, yeter, acını içinde yaşamalısın. Bırak yakamı. Bak herkes bize bakıyor.”

“Herkes… evet. Herkes… biz onlar ne der diye yaşıyoruz değil mi? Bahriye nazırı Melik Bey’in oğlu şair olmuş, meftun meftun şiirler yazıyor diyeceklerdi değil mi? Bir baba olarak ne büyük kâbustu senin için. Bitti… bitti kâbusun bitti… gitti. Hurma gözlüm, yumuşak başlım gitti…”

Melik bey yakasını kurtarmak için onu arkasındaki kanepeye doğru itti. Yaveri olan esmer uzun boylu subay Turgay bey Melik beyi dışarı götürmek üzere oradan uzaklaştırdı.

Son kuvvetini de Melik Bey’e haykırarak kullanan Behiye Hanım kanepeye yığılıp kalmıştı ve kadınlar yine bileklerine alnına kolonya sürerek onu ayıltmaya çalışıyordu. 

Melik bey ve diğer yakınlar cenazeyi takip ederek ağır ağır mezarlığa doğru ilerlediler. İmam kısa ve hızlı kıldırdı cenaze namazını. Herkes olayın üzerine bir an evvel toprak atmak ister gibiydi. Herkes intihar eden ergen bir çocuğun hikayesi unutulsun istiyordu.

Tabuttan çıkardılar mezara defnetmek üzere. Kıbleye yüzünü çevirdiler. Başını altına az toprak koydular rahat dursun diye. Melik bey donuk, tepkisiz mezara bakıyordu. Yaveri Turgay Bey ilk toprağı atması için küreği ona doğru uzattı. “Ben mi?” gibilerinden baktı önce yaverine, sonra çok kuvvetlice olmasa da aldı küreği ve sapladı yığılmış toprak birikintisine.

“Dur hele Melik Bey?” diye ağlamaklı tanıdık bir sesle irkildi. Küreği sapladığı yerden çıkarmadan sese doğru döndü. Cemal’in dayısı, edebiyat hocası Akif beydi bu tok ve acılı sesin sahibi. 

“Toprakla örtmeden yeğenimi, veda seslenişini dinleyelim önce. Son yazdığı şiirdir bu. Dünün tarihini atmış üstüne.”

Melik bey sanki oğlunu ölüm haberini o an almış gibi sendeledi ve sapladığı küreğe yaslandı ayakta kalmak için. Subay Turgay Bey koluna girdi hemen. 

“Tut onu tabi subay bey, tut ki yıkılmasın mezarın içine dinleyince. Gerçi yaşasa da mezarda artık o.”

Şiiri hakkıyla okumak için burnunu ve göz yaşlarını ceketinin koluna sildi. Öyle perişan haldeydi ki ne yüzü temizlenmişti ne de hırıltı dolu sesi. Araya istemsiz hıçkırıklar ve derin nefes almalar ekleyerek okudu Cemal’in son şiirini. İlk toprağı Melik Bey atamadı sonrasında. Mezar kapandı ama son şiirin açtığı yaralar asla kapanmadı. Dayısı çömeldi kaldı orada. Gözyaşlarından nerdeyse okunmaz hale gelmiş şiiri iki eliyle büzüştürdü ve kürek kürek tepelenmiş yumuşak toprağın içine parmaklarıyla sokuşturarak bıraktı. Sonra yavaş hareketlerle elinin açtığı boşluğu tekrar kapattı toprakla.