20 Şubat 2022

Yırtılmış fotolar

 


Valiz elimde evden çıkmadan bir daha döndüm yırtılmış fotoğraf artıklarına. Eğilmeden yere baktım, bir parçasını yanıma alsam mı diye. Sonra eğilip almayı onu önemsemem addettim. Onu değil ama parçaladığım geçmişimi çiğnedim ayağımdaki botlarla. Botumun topuğunun izi yüzüne denk gelmişti gelinlikli resminde. Geline hakarettir dedim uzandım aldım yerden o parçayı. Paltoma sürerek sildim botumun izini ama tam çıkmadı. O şekilde bırakamadım onu geride cebime koydum. Onu maziye gömemedim mi yoksa onun bir parçasını geleceğe taşımak mı istedim bilemiyorum. Ama bunca fotoğraf arasında çocuklarımızın resimleri olsaydı, olabilseydi. Neyse. Deşmek yaraları, suçlu aramak ayrılışlarda kime ne kazandıracak.

Güneş bırakmadan sokak başını yetişmeliyim ona. Ta o zaman, Heybeliada’da bir grup gençken, onu o gün öpemediğim için güneşi kaçırmıştım. Sinan tutmuştu o gün güneşi, flört etmişlerdi üç beş ay. Belki Sinan askerde şehit olmasaydı evlenirlerdi. Sinan’ın güneşini çaldım ben, tabi ki yırtar o fotoğrafları. Tek tesellim onu gerçekten sevmiş olmam. Ama bu ikimize de yetmedi. Birimiz ne kadar çok severse sevsin diğeri boşsa her şey boş.

Merdivenlerden inerken alt komşumuz Madam Sonier kapısını araladı çöpleri dışarı bırakmak için. Her zaman bir bahanesi olur zaten merdivenlerde bir ses duyduğunda kapıyı açsın diye. Buruş yüzünde farklı bir tebessüm vardı bu kez. Heybeli’den beri yanımızdaymış gibi, hatta Sinan gibi baktı bana. Ona sarılmak istedim ama söyleyemedim. Sadece valizimi yere bıraktım ve ona bakmaya devam ettim. Kollarını açtı kısa cılız kadın. Sülaleme sarılır gibi sarıldım ona. Eğildim sarılırken başım omzuna denk gelsin diye. Kulağıma fısıldadı; “Bu kez güneşini kaçırma. Yüzünü hep güneşe dön ve sadece yürü yavrum. Arkana bakmadan yürü.”

Apartman otomatiği söndü “lafı bitti” der gibi. Işığı açmak için ondan ayrıldım ama tekrar ona döndüğümde kapısını içerden kapatıyordu. Kapının koluna astığı ekmek torbasına cebimdeki fotoğraf parçasını bıraktım. Dışarı bıraktığı çöp torbasını bir elime, valizimi diğer elime alıp apartmandan çıktım. Sokağın başında çöp arabası son torbaları topluyordu. Hem güneşime hem çöp arabasına doğru heyecanla koşuyordum.

15 Mayıs 2021

I AM NOT THE ONE WRITING WHAT I AM WRITING


I mostly feel that way, while I am revising what I have put on paper. It is a process of recognition, getting to know the stranger inside me. There are moments when I find myself in conflict: I would easily give credit for the fact that I am not the one who has written all these, if I did not know that was my own notebook or my own pen in front of me.   

In order to experience this illusion more frequently, I sometimes spend some time away from the short essay or poem I have written, before revising them. Then I go back to those old scribbles of mine, and find myself traveling in time. That is when I try hard to convince myself, “You are surely the one who has written all these.” Those who write often will recognize this emotion and will understand what I mean by this. Let me give you an example on the subject.  

Please assume that you have listened to a song on the radio and that song has either made you feel gloomy or happy. Is what makes you gloomy or happy the song, or the radio itself? Is that song the outcome of the radio? Did the radio write the melody or lyrics of that song? The radio is nothing but a mediator between you and the song. However, unless a transmitter gives out a signal, no radio will function properly. 

Signals sent by a transmitter are everywhere. However, only the receivers are the ones who may transmit them. The radio does not give too much effort to find the signals. The talent lies not in finding the signals, but in being the radio. 

And being a radio is a gift, in terms of being a writer, simply because you have the ability to find and transmit those signals. That is why I never regard my writing skills as a super talent. I am only someone who simply expresses the sound waves I receive through special frequencies, and who puts them into words. I am nothing but a simple conveyor, in that sense. 

If you let me give you a small secret, I may easily tell you that those who feel too proud and arrogant because they write well will lose the strength of the sound frequencies in time. That is because arrogance makes you lose the awareness that your gift is priceless. That is the moment when your sound begins to jam.  


El Turco

 


Kurtuluş gününü kutluyorduk. Tarih 4 Temmuz 1988. Los Angeles’tayım. Askere gitmemek için kaçmıştım Amerika’ya, daha yaş 22 o zamanlar. Öyle bir kaçmışım ki askerlikten, Amerikalının bayramını 23 Nisan gibi kutluyordum. Türk olmayı özledim be kardeşim. Şartları değiştirelim diye benliğimizi değiştirdik. Şimdi istesem de o eski ben olamam ki. 

Cinayet masasında dedektif oldum. Önce devriye polisiydim tabi. Ama bir çeşit terfi aldım sayılır beş sene önce. Öldürülmemesi gereken bir suçluyu, işkence çektirerek geberttim. Ama tüm öttüğü bilgileri de terfiim için kullandım. Cesedinin yerini de azılı rakibine haber verdim ve onlar oraya vardığında da başka ekiplere suç üstü yaptırdım. Temiz işti, Türk işi yani. Hem pislik temizlendi hem de yeni pislikler ifşa oldu ve ben de terfi almış oldum. 

Cinayet masası en bereketli yerdir bu şehir için. İş hiç bitmiyor anlayacağın. Öldürülen genç yaşlı beni pek etkilemez. Öldürülme şekli farklı ise ilgimi çekiyor ancak. Standart silahla vurma yada bıçaklama çok sıradan geliyor. Katili yakalamaya pek motive olamıyorum. Ama asitte eritme gibi vakalar çok ilgimi çekiyor. Lisede de en iyi dersim kimyaydı zaten belki ondandır. Dişi bile kalmıyor maktulün. Genelde bir otellin küvetinde eritiyor cesedi. Tertemiz bir banyo bırakarak çıkıyor gidiyor otelden. 

Seri cinayetler uzmanlık alanım oldu. Çünkü bende seri bir katil olma potansiyeli var. Seri katil olmak derin bir zekâ ister. Onca cinayetin ardında göstermek istedikleri sadece üstün zekalarıdır. Zekâ ne derece yüksekse cinayetler o derece benzersiz olur ama bir o kadar yakalanmak isterler ve gizli ipuçlarını kasti bırakırlar meydan okurcasına.

Beni mesai arkadaşlarım “el turco” diye çağırırlar. İsmimi Jonathan yaptılar ama memleketime karşı yüzüm düşük olsa da özümü söylemekten asla çekinmedim. Bazen bana sorarlar bazı davaların içinde, sizin Türkler olsa burada ne yapar diye. Bilmiyorlar ki ben Türklükten kaçmış ve korkaklığı yüzünden de Türklükten men edilmiş bir yüz karasıyım. Türk olmaktan övünememenin boşluğunu kimse bilemez kardeşim. Türk gibi hisset ama ben türküm diyeme. Asker olmamak için elin kölesi olduk bu diyarlarda.