22 Mart 2020

PELÜŞ AYICIK





Yıkık binaların arasında yürüyordu. Temkinli ve sakindi. Önüne çıkan cesetleri yokluyor, inleyen birini fark ederse kafasına tabancası ile sıkıyor ve yoluna devam ediyordu. Hazırladığı bomba yeterince can almıştı. Fünyeyi uzaktan kumanda ile patlatırken bombanın sesini bir senfoni gibi dinlemişti ve tabi on saniye sonrasında arkasından gelen çığlıkları da. Birbirine karışan barut ve yanık et kokusu ona geçmişini anımsatan bir parfüm gibi geliyordu. O geride hiçbir canlı insan kalsın istemiyordu. Yüzlerce ceset parçasının arasında adım adım yürürken, ilgilendiği tek şey hala nefes alan biri var mı, varsa hemen kafasına sıkmaktı. İnsanımsı bir makina gibiydi. Sadece öldürmeye programlanmış bir makine. Tereddüt etmeden hareket edene sıkıyordu.
Asla doymuyordu öldürmeye. Ona verilen görev uyuşturucu tacirlerinin üretim ve dağıtım merkezi olan bu binaları bomba ile imha etmesiydi. Yerde inleyen her adamı gördüğünde, daha orta okul çağında iken bunlar gibi adamlar yüzünden zehirlenen kız kardeşinin ölümü aklına geliyordu. Çocukları ve gençleri zehirleyen bu hamam böceklerinden bu dünyayı temizlemeye yemin etmişti. Ama o sadece bir temizlikçi değildi. O bir yamyamdı. Bu işi görev olduğu için değil, öldürmeyi sevdiği için de yapıyordu.
Yüzüne sıçrayan kanları eliyle silerken bazen diline götürür ve tadına baktığı bile olurdu. Kanın tadını kendince kategorize eder ve kanın tadına göre “tam gebertmelikmiş” gibi yorumlar yapar, kendini kendince doğrulardı.
Orayı terk etmesi için yaklaşık dört dakikası daha vardı. Deneyimleri sonucunda dört dakikada sadece yaralılara sıkarak ölü sayısını üç katına çıkarabileceğini biliyordu. Zamana karşı oynayan lunaparktaki bir çocuk heyecanında sağa solu kollamaya ve ateş etmeye devam ediyordu.
Şarjör değiştirirken arkasından bir karaltının enkazdan enkaza geçtiğini hissetti. Nefesini duyabiliyordu. Yaralı değildi sık nefes alıyordu ve sekmeden yer değiştirmişti. Ve şimdi ya fark edilme korkusu ya da ona hamle yapmak için doğru zamanı kolluyor olmasından dolayı orada hareketsiz bekliyordu. Saatine bakıyormuş gibi yaparak saatinin camını ayna niyetinde kullandı. Yıkık kerpiç duvarlar o zavallıyı koruyamayacak kadar zayıftı. Yeter ki yerini doğru tespit etsin ve tek seferde onu vurabilsin.
Saatin camından nereye ateş edeceğine karar verdi. Yere düşen gölgeye göre saklanan kişi, çömelerek siper almış atış fırsatı bekliyordu. Çömelerek döndü ve önceden kestirdiği kerpiç duvara üç el ateş etti. Bir hıçkırık sesi duydu. Hıçkırıktan çok ciğerlerinden kurşunlanan birinin nefes alma çabasında çıkardığı böğürme gibiydi ama tiz ve zayıftı. Öldürürken duymaya çok alışık olmadığı bu sesin sahibini merak ederek yıkıldığı köşenin arkasına doğru yürüdü.
Önce elinden silahı düştü manzarayı gördüğünde. Sonra dizlerinin üstüne çöküp kaldı. Yerde yatan kız çocuğu elindeki pelüş ayıcığı sıkıyor ve bir yandan korku ile kanayan göğsüne bastırıyordu. Ona dokunmak istedi ama elini uzattığı anda kızın gözyaşlarını gördü. Gözleri birbirine kitlendi birkaç saniye. O kara masum gözlerde net bir ifade vardı; “Neden beni vurdun?”.
Çöktüğü yerden kızın başucuna yaklaştı ve onu sol kolunda yatacak şekilde kucakladı. Sağ eli ile de pelüş ayıcıkla yaralarına basıyor ve onu kurtaramayacağını bilmesine rağmen anlamsızca müdahaleler yapıyordu. Kız refleks olarak ellerini kendi karnına bağlamıştı. Küçücük bedeni ile onu kucağında kayboluyordu ama son nefesini verirken adeta bir ateş topu gibi bu köpek balığı avcıyı yakıp kül ediyordu. Kız böğürmeyle karışık derin bir nefes aldı ama ciğerlerinden ağzına gelen kanın etkisi ile öksürerek dışarı püskürttü ve bu verdiği son nefesti.
 Yüzüne sıçrayan kanın tadını bu kez istemeden alıyordu. Çocuk son nefesini verdiğinde kucağında kanlı bir pamuk balyasına dönüştü sanki. Yumuşacık, ama soğuk. Kollarından biri yana düştü öldüğünde, damarlarındaki delik morlukları gördü. Muhtemelen kaçırdıkları bu kız çocuğuna defalarca iğneyle zehir enjekte etmişlerdi. Teşhis için gittiği morgdaki kız kardeşinin kollarında olan şırınga morluklarını anımsadı.
Kız çocuğunun cansız bedeni yere bıraktı ve kanlı pelüş ayıcık elinde yürüdü. Yere düşürdüğü silahının yanına geldiğinde durakladı ve belinde ki diğer yedek silahını ve kasaturasını da çıkarıp yanına attı. Sırtında ki çelik yeleği hiç olmadığı kadar ağır geliyordu şimdi. Hafiflemek için onu da çıkarıp attı adım adım ilerlerken. Ama hala yükü çok ağırdı. O pelüş kanlı ayıcık, o kadar ağırdı ama onu atamıyordu, ısrarla taşıyordu.
Belki yıkarsam kanları giderse hafifler diye düşündü. Yıkık binaların arasından küçük bir meydanın ortasındaki çeşmeyi gördü. Orası siper almak için çok uygun bir alan değildi. Çevre binalarda olası keskin nişancılar için çok rahat hedef olabilirdi. Ama önemsemedi. Silahsız, zırhsız ve ruhsuz çeşmeye geldi.
Pelüşü yıkarken gülümseyerek ağlıyordu. Kanlar gittikçe ayıcığın gülümsediğini fark etti. Kendince o kız çocuğunun onun af ettiği manasına gelir diye yorumladı. Ama yıkanan kanlar azalmıyordu çeşmenin yalağında. Pelüş ayıcığı yalağa batırdıkça daha çok kanlanıyordu. Sonra birden dizlerinin gücü kesildi ve yalağın içine doğru yıkıldı. Suda ki kan tadını yine almıştı ama bu kez tat çok daha iğrençti. Bir gayretle kafasını yalaktan çıkarıp sırtını çeşmeye yaslayacak şekilde oturdu. Elindeki ayıcığı refleks olarak göğsüne basıyordu. Sırtından girip göğsünden çıkan kurşunun açtığı yaraya basıyordu. Sonra eliyle kendi kanını tekrar diline götürdü ve ekşiyen yüzüyle son kelimelerini söyledi; “Tam gebertmelikmiş”.

29 Temmuz 2018

bozan (6dk.)


Ezber bozan adamım ben. Sınırları aşarım. Sınırda tatbikata da katıldım. Havacıydım ben. Düşmana hava bombaları atıyorduk. Havamızın altında eziliyor kalıyorlardı. Ne havalı askerdik be. Kasaturam ile tavşan avlardım. Kulaklarının arasına nişan alırdım, attığımda göğsünden vururdum. Zıplıyor ya kendi kendini bitiriyor hayvan. Kurtulmak isterken ecelini buluyor. Acımasız olucan avcı isen. Beni avlamak isteyen de oldu tabi. Kayanın arkasına saklandım ve elimdeki kasaturayı kendi boğazıma yasladım, bekledim. Bulsaydı beni çığlık atarak kendi boğazımı kesecektim. Öyle bağıracaktım ki keserken boğazımdan kan adamın yüzüne doğru fışkıracaktı. Adeta giderken kanımla boğacaktım onu. Okla Tarzan vurdum ormanda bir kez. Sarmaşıklara tutunmuş, içmiş nara atarak voltalıyor ormanda. Bir elinde şarap şişesi bir elinde sarmaşık basıyor narayı. Oku yiyince yere düştü. Son nefesini verirken "O Jayn var ya, beni terk etmeyecekti " dedi. Rezil Tarzanın cenazesini maymunlar kaldırdı.

28 Temmuz 2018

bulundu (6dk.)


Aranan kan bulundu dediler. Oysa adamın yarası kanamıyordu. Robot olduğunu düşünüyordum. İngiliz anahtarı ile yanına gittim tamir için. Ama yanıma ayrıca bir ingiliz almadığım için anahtar işe yaramadı. Maymuncuk var mı diye sordum ayıcık var dediler ve zebra tişörtlü bir rus ayağa kalkıp üzerime yürüdü. Tam bir ayıcıktı. Senin kürkünü odama yere sericem dedim ama adam zebra kılıklı ayıcık, kürk yok. Beyaz fokların kürkü daha makbul diyorlar ama çevreciler kapıya zincirler kendini şimdi. Foktur git derim ama yemezler. Kuzey kutbu ışıklarında kaldı arabam. Yeşil yanmıyor hep sarı bu aralar. Beklemedeyim devamlı ama hazır. Foklar ve penguenler cemiyetinin önünde yaya geçidinde durdum. Ama geçen yayalar penguenler. Gagalarında birer balık var hepsinin. İşe giderken öğle yemeği diye yanlarına almışlar. Gökdelen inşa ediyor bu penguenler kutupda. Mütahitleri de bir martı. Kat karşılığı anlaşmışlar. Martı teras katını istemiş, rahat sıçar konarım demiş.

26 Temmuz 2018

çıkmak (6dk.)


Çıkmak istiyorum bu kafesten. O gri gorille aynı kafese neden beni koydunuz. Ben egoist adamım kafesi bile kimseyle paylaşmam. Hele evde kalmış bir dişi gorille hiç paylaşmam. Sabahları bana kur yapıyor. Ya değil goril, maymuna bile benzemem ben. Parfüm sıkıyor sabahları bir de o koca dudaklarına da pembe ruj. Gerçi gri gorilde pempe ruj fena değil ama olmaz kardeşim. Doğaya aykırı uzak dur. Luna parka gitmiştim balerine binmek için. Dön dön eteğinde dur. Yandan seyreden kazmalar geliyor aklıma, balerin yukarı dönünce altında donu var mı diye bakıyorlardı. Sanırım onlardan biri bu gorille burada nikahı kıyardı. Hatta pudra rimel falan alırdı goril makyaj yapsın diye. Çıkarın beni burdan diye bağırırken sürükleye sürükleye bir sarışın dilberi getirdiler kafese. Sustum anında. Göğsümü şişirdim ve hoşgelidin canım edasında bakış atıyordum ki goril kadına yumruğu gömdü. Boynu kırıldı, öldü anında. Üzüldüm ama gorilden de etkilenmedim değil.

kenef (6dk.)


Umumi bir kenef arıyordum yabancı şehirde. Ben kargo teslim etmek için gelmiştim. Bilmem ki Paris neresidir, ne nerdedir. Fransızcam var cezayirli kankamdan dolayı. Kargo ufak bir sarı zarf içinde, evrak var belli hafif çünkü. Eyfel kulesinin bekçisine teslim et dediler. Tamam da, koca meydanda bir kenef bulamazsam tam Eyfelin altına bırakıcam tüm yükümü. Bekçi temizler artık. Bahşiş vermesin kargo için. Bir kerede Roma teslimatında olmuştu bu. Ama adres aşıklar çeşmesiydi neyse ki. Gerçi havuza saldım diye karakolluk oldum ama çaresizdim ne yapayım. Koca Eyfelin altına biraz çalı diker insan ya. Ulu orta betonun üstünde ıkınmak da zor oluyor. Bekçi düdüğü çalarak koşuyordu bana doğru. Neyse kargosunu ayağıma kadar gelip kendi alacaktı hiç değilse.

28 Şubat 2018

derin (6dk.)


Ne kadar derindi hatırlamıyorum. Sadece daha derine kulaç atıyorduk. Onun yanımda olması güven veriyordu. Gün ışığı azalırken tehlikeli derinlikte olduğumuzu fark ettim. Artık beklediğimiz misafir gelmeliydi. Zira bu adrenalin tutkumuz başka türlü kapanmayacaktı. Yanımızdaki ufak kilitli poşeti açtı ve suya içindeki kanı serbest bıraktı. Bir an masmavi sularda etrafımızda kan bulutları oluştu. Bu onun için en güzel davetti. Bir an gölgesini gördüğümü hatırlıyorum. Sonra o karaltının üzerime doğru hızla geldiğini fark ettim. Suyun altında çığlık atılmıyor tabi. Ama altına işiyorsun. Kıyafetinin içine bir sıcaklık doluyor. Ona baktım eliyle çok büyük , süper gibi işaretler yapıyordu. İlkinde bizi pas geçti sanırım. Ama sonra onun like yapan elini suda süzülürken gördüm. Bu kez yeni bir kan bulutu vardı etrafımızda. Eli hariç ondan kalan yoktu. Neyse, sanırım doymuştur bana bulaşmaz dedim. Misafir daveti kabul etmişti.

26 Şubat 2018

sırdaş (6dk.)


O benim tek sırdaşımdı. Onda bana ait o kadar çok bilinmez var ki. En kötüsü de ben unutuyorum o unutmuyor. Sırı paylaşmasam ben de unutucam sırlığı kalmayacak. Ama o biliyor diye o sır ilelebet yaşıyor. Sırdaşımı ortadan kaldırırsam, hiç sırrım kalmaz. Tabi onu öldürmüş olmamamın dışında. Bu kez bunu kimseyle paylaşmıycam ama. Terasta mangal yapıyoz bazen. Rakılama yanında falan. Çok içmiş planör olmak istemiş deriz. Planör gibi uçtu da düzgün konamadı deriz. Onu kırmızı ceset poşetine koysunlar. Donları da kırmızıdır zaten. Bu da onun bendeki tek sırrı. Bile bile bir bunu bildim bunca zaman. Gay mi falan diye diye düşündüm. Ya ne var işte, gay , mey, kırmızı donlu planör olacak artık. Kolay değil öyle sır taşımak. Ağır gelir çakılırsın işte böyle betona.

23 Şubat 2018

düş (6dk.)


Düş yakamdan dedim. Anlamadı. Bıçak çektim,  ona değil kendime. Acı çekiyorum, varlığın acıtıyor, git yoksa kendime kıyıcam dedim, dinlemedi. Benim senden gidecek vaktim gücüm yok, sen git ne olur dedim. Güldü, kibar kibar güldü. Acıdığından mı benle beraber. Evet. Şimdi Romaryo'yu çağırdım eve. Kapıcının ergen delikanlısı. Göz ucuyla bana bakışlarını hep yakalardım. İnce geceliğimle karşıladım onu. Biraz davetkar tavırlarım, hemen üstümde tabi. Aceleci ve tecrübesiz ama bir o kadar da kaba tabi farketmeden. Şimdi o da gelir eve. Onun geliş saatleri. Belki anlar ondan ne kadar kurtulmak istediğimi. Hey, Romaryo, sen ne hızlısın öyle. Arada tatlı tatlı da bakıyor gözlerime. Titriyor hem heyecan hem de şehvet sanırım. Hadi gel artık. Neden geç kaldı bu adam. Romaryo, yavaş, yavaş... Kulağıma sana aşığım fısıldaması nefes nefes. Benim gayem değişiyor sanırım. Sanırım geç gelecek benim ki. Bari yirmi dakika daha geç gelse...

21 Şubat 2018

idam(6dk.)


Koluna girdik. Elindeki ve ayağındaki zincirlerden yürüyemiyordu rahatça. İdam edileceğini öğreneli sadece bir saat olmuştu. Hızlı yargı, hızlı infaz istiyordu. Saçlarını kazımıştık. Şart değildi , o öyle istedi. Son arzusu buydu. Neden diye düşünmedik, kazıdık saçlarını geçtik. Esasında damarlarına zehir enjekte edilecekti ama o kellemi balta ile alın dedi. İdamının nasıl yapılacağına karar verme hakkı var. Kanlı olacak ama en azından beni rende yapın demedi. Kanlı infazlar için bize ekstra üniforma vermiyorlar. Üstümüze kan sıçramasın diye celllat arkadaşa ricada bulunuyoruz ama  yavaş vurunca kelle tam kopmuyor diyor. Oda zaten dar. Fazla geri de çekilemiyoruz. Hükümlü durumu anladı ki son cümlesi şu oldu, "Merak etmeyin ben kansız bir katilim."

19 Şubat 2018

salsa(6dk.)


O ne ateşli danstır ya salsa. Çalkala çalkala, müthiş. Kendimi en iyi ifade edebildiğim danstır. Valsi pek sevmem. Saray davetlerinde genelde ağır kostümlerimiz ile vals yapıyoruz tabi. Ama bir keresinde Kont Alves’in davetinde, orkestraya işaret ettim ve öncesinde verdiğim yüklü bahşiş sayesinde latin müziği salonu doldurdu. Donup kalmış misafirler dans pistinin kenarına pireler gibi kaçışıyorlardı. Kim dans edecek bu müzikte diye birbirlerini sorgulayarak bakıyorlardı. Ortada bir ben kaldım. Cebimdeki kara maskemi takmış, ellerim başımın üstünde omuzlarıma paralel dalgalanıyordu. Kalçalarım kontrolsüz kendini arıyordu çalkalanarak, bana bir eş lazım der gibi dönerek çevremi kalçamla davet ediyordum. İşte o an salonda tek kırmızı elbiseli kadın, kızıl saçları ile eteğini yukarı çeke çeke gelmeye başladı ritme uyarak. Pistin ortasında birbirimizi bulduğumuzda çevredekiler çığlık atıyordu çünkü onlara göre onların önünde sevişiyorduk. Müzik şahlanıyordu, seyredenler hasetlik ve hayranlık arasında sıkışmıştılar. Sonra boynunda o lezzet damarlarını gördüm. Onca kişinin içinde ısırdım kana kana içmek için kanını. Hiç karşı koymadı.