24 Ağustos 2011

Hırs öfkenin meyvesidir





İçimde fırtınalar kopuyor. Hatta kasırgalar diyebilirim. Ruhumun katmalarında bu denli hareket varken bunu çevremdekilerden nasıl saklayabilirim ki? Ya da saklamalı mıyım? Olgun ruh, dingin ruhtur bilirim. Fırtına sonrası dinginliği çok özledim.

Bilinen en büyük enerji kaynağı olan güneş bile dingin durmakta zorlanıp, enerji patlamaları ile kendini rahatlatır gibidir. Patlamalar yüksek enerji kaynaklarının doğasında olan bir şey mi acaba? Öyle ya da değil, ama kesin bildiğim bu patlamalardan kendimi alıkoyamadığımdır.

Bunun çevreme pozitif ya da negatif etkileri nelerdir diye irdelediğimde çoğunluğun yüksek enerjili insanlardan çok haz duymadığıdır. Bunun nedeni, imrenme, hasetlik ve ya yüksek enerjiden kaynaklanan kısa devre etkileşimleri olabilir. Sebep ne olursa olsun, çevrenizdekilerin bu etkileşimi sizi pek bağlamaz. Güneşteki büyük enerji patlamaları, sistemdeki bir gezegende deprem tetiklemesi yapabilir. Ama bu güneşin bir sonraki patlamasını ertelemesine neden olmaz.

As olan suni patlamalardan ya da rol kesmelerden çekinmektir. Yapıcı değil yıkıcı etkisi olan ve ruhun katmanlarında yine aynı özgürlükle gezen öfke de bir tür enerjidir ve süslene püslene, ve kamufle edilerek pozitif bir enerji gibi dışa doğru sergilendiğinde, kısa vade de kişiye prim yaptırabilir. Ama kişi bu başarıyı bu öfke enerjisi ile kazandığı için, daha fazla başarıyı da daha fazla öfkeye bağlar ve içindeki tezat enerji akışı en sonunda tüm kamuflajları yıkarak tüm yalınlığı ile açığa çıkar ve bu vakit çevresindeki tüm tanıkları şok edici derecede incitmiş ya da kaybetmiş olur. Çünkü kimse aldatılmayı sevmez ve olgun, dingin saydıkları bir kişinin, bu ani, limitsiz ve kontrolsüz patlaması ciddi bir hayal kırıklığı yaratır.

Öfke ve hırs bu konularda kardeş enerjilerdir. Hatta hırs öfkenin gizli meyvesidir. Öfkesi olmayan bir insanın çok hırslı olması pek olası değildir. Sakin bir ruh haline sahip görünen ama çok hırslı bildiğiniz bir tanıdığınız var ise bilin ki o kişi öfke enerjisi ile yol alıyordur. Öfkesinin nedeni dış görünüşünden, cinsel sorunlarına ya da tek çocuk büyümüş olmasına kadar her türlü doğal hayati sekmeler olabilir.

Hangi sorunun hangi insan da nasıl bir ruhsal tepkime verebileceğini önceden kestirmek çok zordur. Bu, virüslerin fiziksel bedene etkileri ve süreçleri kadar somut bir konu değildir. Zaten insanı da ruhsal olarak karmaşık yapan da, yetişme sürecinde bu tarz ruhsal virüslere, her ruhsal bedenin farklı tepkime ve reaksiyonlar vermesidir. Sizin de maruz kaldığınız ruhsal virüslere karşı verdiğiniz ruhsal tepkiler, çevrenizdeki yakın şahısların ruhsal bedenlerine, ruhsal virüs olarak etki ederler. Bu zincirleme etkileşim, her birimizin bir diğerimizin varoluş ve şekillenmesindeki etkimizin kaçınılmaz olmasını sağlar. Yani kimse tek başına kendisi olamaz.

Her birimiz, çevremizdeki beraber yaşadığımız insanların pozitif ya da negatif ruhsal enerji patlamalarından etkilenerek, kendimizi, birbirimizden direk etkilenerek, farkında olmadan yapılandırırız ve ayna karşısına geçip gördüğümüz sureti ''Ben'' sanırız. Ama hiç birimiz ''Ben'' değiliz. Her birimiz, beraber yaşadığımız, tartıştığımız, seviştiğimiz, eğitildiğimiz, ezildiğimiz ve ya yüceltildiğimiz insanlardan maruz kaldığımız ruhsal virüslerin tepkimesi ve buna karşı oluşan reaksiyonların bileşkesiyiz.

Bu kaçınılmaz gerçeğin dışında bir yaşam söz konusu olmadığı için ben diye direterek yaşamak da çok yersiz ve manasız olmaktadır. ''Biz'' diyerek dünyaya bakış açısı, medeni olmaktan değil akıllı olmaktan dolayıdır aslında. Bunca somut gerçeğe rağmen kendini ben olarak görmeye devam etmek, öfke gibi ruhsal virüsleri üretmenizi ve salgılamanızı dizginleyecektir.

Unutmayın ki Siz; olumlu ya da olumsuz yaşadıklarınızın, görsel tepkimeleri ve ya bileşkesisiniz. Ve eğer sahip iseniz çok övündüğünüz hırsınız, izole ettiğiniz ya da henüz sizin bile farkında olmadığınız öfkenizin doğal meyvesidir.


14 Ağustos 2011

Etekli Erkekler




Şiddet yanlısı görünmese de birey, zamanı gelir şiddet onun da bir parçası haline gelir. Nadir zamanlar da olsa şiddet çölde ki su gibi gelir insana bazen.
Herkesin, etrafındaki tüm eşyaları kırıp dökmek, delicesine çığlıklar atmak istediği bir anı olmuştur. Bunu sık yaşayan biri iseniz tedavi görmeniz gerekiyor demektir ama bir kez yaşamış olmak her birey için geçerli olabilir.
An gelir  hayvansı dürtüler tüm bedeninizi tamamen ele geçirir. Çünkü o ana, bir insan olarak tahammül edemiyorsunuzdur ya da öyle hayvansı olay ile karşı karşıya kalmışsınızdır ki ancak hayvansı dürtüyle karşılık vermenin sizi sakinleştirebileceğini düşünürsünüz.
Kanınızın damarlarınızdaki dolaşımı hızlanır. Boğaz düğümlenir. Adrenalin salgılanır ve hem bedende hem de ses de titreme başlar. Dil kayar, kelimeler de harfler yutulur. Sinirler kopacak derecede gerilir ve bir yay gibi öfkeyi dışarı doğru fırlatır.
Kontrolsüz gergin sinirlerin bir yay olarak öfkeyi ne yöne ne şiddette fırlatacağı bilinemez ve önceden ölçülemez. Bu sinirsel patlama, ancak en yüksek noktasına ulaştığı andan itibaren hızla irtifa kaybeder.
Sinirler birden gevşer, beden kendini taşıyamaz derecede salar. Çok uzun mesafe koşulmuş gibi ciğerler nefes nefesedir. Damak kurumuş, sık yutkunma ihtiyacı vardır. Kendince haklı da olsa hayvansı verilmiş tepki,  sessiz bir pişmanlık vermeye başlar, dakika dakika artarak.
Şiddeti alışkanlık olarak yaşayanlar ya da yaşam tarzı olarak benimsemiş olanlar, hasta insanlardır. Ya karantina ya da tedavi hatta ikisi bir arada gerekir bu tarzlara. İnsan olmayı beceremediği için ruhsal taklidine en müsait olduğu hayvanı seçer ve onun güdülerini kullanır.

Tabiattaki aslı hayvan olan hayvanlara gelecek olursak, onlar iki durumda şiddete başvururlar. Açlıktan ölmemek için avlanırken ya da bir sürünün ya da dişinin sahibi olmak için dövüşürken. Maalesef karşısındakine üstünlük kurmak üzere, karşı cinsini, fiziksel üstünlüğüne rağmen döven ya da hırpalayan tek hayvan insan suretinde gezenlerdir.

Kadına sürekli şiddet uygulayan erkek, artık etek giyip gezmelidir. Giymese de benim gözümde etekli erkektir. Okuyanların arasında varsa bu etekli erkelerden, kendini ayrı tutacaktır kendince gerekçelerle.

Varsa ona sözüm şu dur ki, o kadına yaptığın tüm o zalimlikler, cehennemde seni yakan ateşe atılan birer odun olacak. Affın ve pişmanlığın fayda getirmeyecek. Seni emziren anan bile, sütünü sana helal etmeyecek. Gözün onca ateşe rağmen, sadece rızasını almak için o zulmettiğin kadında olacak.

Ama zalimlerin kurbanı olanlar cennette olacağı için asla onla göz göze gelip rızasını alamayacaksın. Sana karşı olan tahammül ve sabrı, ona cennette sonsuza dek senden uzak kalma imkânını verecek.

Kadına şiddet bu derece bir zalimlik iken, korumasız bebek ya da çocukları döven anne ya da babaların vay haline. Kimsenin çocuğu, kimsenin tapulu malı değildir.

Çocuklar Allah’ın bizlere emanetidir,  ta ki kendini bilip kendinden mesul olacağı yaşına kadar. Sonrası kendi sorumluluğundadır artık. Bu emanete hıyanet edenler şunu unutmasın ki, bu emanetlerin sahibinin kudreti sonsuzdur ve yalvarmak sizi kurtaramayabilir suçunuzun vahimliğinden dolayı.


13 Ağustos 2011

Görünmüyorsa Yoktur




Sana zarar verenleri biliyor olmana rağmen, onlardan uzak kalamamanın hatta onlara yakın olmayı daha çok tercih ediyor olmanın açıklaması ne olabilir.

Bu tutumu insanoğlu, hem ruhsal olarak hem de bedensel olarak sergilemeye devam eder. Kendine zaman zaman sözler verse de, gün gelir aynı hataların içerisinde yine bulur kendini.  Hayır diyemiyor olmanın kızgınlığı daha da hatalara doğru iter insanoğlunu.
Kendisine zarar veren şahsiyetlere de ya da sağlıksız yaşamına dur diyemiyor olmak, bilinçaltında fark etmeden kendi özüne karşı bir öfke uyandırır. Çünkü her beden ve ruh, yaradılışında kendini korumak ve muhafaza etmek üzere şartlanmıştır.

Buna ayak uyduramayan iradeden dolayı, zekâ devreye girer ve savunma mekanizmaları oluşturarak, kişiyi işliyor olduğu suçtan dolayı rahatlatır ve mazeretler ya da haklı gerekçelerle kendine karşı duyduğu öfke izole edilir.

Ama izolasyon sadece saklar, ya da meydana çıkmasına engel olur. Maalesef yok etmez o derinleşmekte olan, kendine karşı duyduğunuz öfkeyi.

Sakladığımız şeyleri yok saymaktır esasen en büyük hatamız. Görünmüyorsa yoktur denklemi üzerine kurulmuş bir hayat ne kadar sahtedir düşünsenize. Kimsenin görmediğini bilseniz bile sizin bildiğiniz bir gerçeği ne kadar salkıyabilir siniz ki kendi benliğinizden?

Ne kadar derine iterseniz o kadar büyük bir basınçla taşacaktır zamanı geldiğinde o yanıltmalar. Aynı yıllarca sessiz kalmış bir volkan gibi.

Bunların hepsine rağmen, hatalar ve acılar olmalı tabi ki insanın hayatında. Acıları alış ve kabulleniş şeklimizdir bize şekil veren. Ama hatalarımızı görmezden gelip, acılarımızı yaşamak yerine saklamayı  tercih ettikçe, bir volkan gibi patlayacağımız günden korkmamız gerekir.

Zira o vakit, en yakınımızda olan,  en sevdiklerimiz zarar görecektir o kızgın lavlardan. Bunu hiçbirimiz ve hiçbir sevdiğimiz hak etmiyor öyle değil mi? Görünmüyorsa yoktur. İşte en tehlikeli düşünce şekli.

Hiçbir şeyi  saklamamalıyız ruhumuzun katmanlarında, bizden başka kimse henüz onun var olduğunun  farkında olmasa bile.