05 Aralık 2010

Soru şu...

Soru şu? Neden çocuk sobanın sıcak olduğunu ve dokununca elinin yanacağını, kendisine önceden söylenmesine rağmen, dokunup tecrübe etmeden ve acısını yaşamadan kabullenmez?

Ya da başka bir soru. Acaba çocuğa dikkat soba sıcak denmese idi çocuk sobayı elleyecek miydi? Şimdi ikazlar bizleri olası kötülüklerden koruyor mu yoksa onların oluşumunu tetikliyor mu?

Bunun doğrusu yanlışı yok. Bu tamamen kişinin bunu değerlendirme açısıyla alakalıdır. İkaza rağmen hata yapan ve hem kendine hem de yakınlarına zarar veren, ikaz edeni, olayının gerçekleşmesinden sorumlu tutarak, haklı çıkmış olmasını bloke etmek ister.

Böylece asıl istediği gelecek haklı ikazların önünü keserek yapacağı hatalardan bir daha kendini ezik hissetmemektir.

Bilmek ve bildiğini sevdiklerine bildirememek, kişiyi en çok ve en hızlı yıpratandır. Şöyle düşünün, sevdiğiniz kişi hasta ve gün ve gün hastalığının derecesi ilerliyor. Sizde aşısı var ama zamanında iğneyi kabul etmemiş, ilacı var ama hasta değilim diye içmeyi kabul etmemiş. Siz hastalığın tüm evrelerini izleyip ilerlediğini görüyorsunuz ama ona yardım edemiyorsunuz.

Gün geliyor hastalık güncel yaşam verimliliğini bariz bozar duruma geliyor. İşte o zaman da en ağır gelecek şu sözleri duyuyorsunuz; ''Beni sen hasta ettin; sen hep böyle olacağımı söylediğin için böyle oldum.''

Tam kalbe saplanan hançer. Bilmek suç eğer bildiğini bildiremiyorsan. İnsanoğlu başına kötü bir şey gelecekse de bunu sevdiğinden ve yakınında olan birinden duymak istemiyor.

Çünkü onla her karşılaşmasında o suçluluk duygusuyla yüzleşiyor ister istemez. Ama bir falcının söylediği şansa çıksa, herkese o falcıyı metheder aynı insanoğlu.

Çelişkiler bileşkesi insanoğlu. Bizler korkularımızın yada zaaflarımızın köleleriyiz ve gerçek anlamda özgürlüğü bunların dışında maalesef aramaktayız.

Ne zulümdür bu kendimize yaptığımız. Yazık!



19 Kasım 2010

Yazdıklarımı Ben Yazmıyorum



Çoğu zaman böyle hissederim yazdıklarımı okurken. Bir yabancıyı keşif ediyorumdur içimde.

Hele bazen öyle ikilemde kalıyorum ki, defter benim, el yazısı benim olmasa ''galiba bunu ben yazmamışım'' diye inanabilirim.
Bunu sık yaşamak adına yazdığım kısa deneme yada şiirleri ikinci kez okumam uzun zaman geçmeden. Sonra zamanda yolculuk gibi dönerim neler yazmışım diye bu hızlı karalanmışlara. Ve yine kendimi inandırma çabaları ile baş başa kalırım ''tabi ki bunları sen yazdın'' diye.

Çok yazanlar bilir bu duyguyu ve daha iyi anlıyorlardır beni. Umarım yazmıyor olanlara da geçirebilirim bu duyguyu. Bir örnek vereyim bu olaya istinaden.
Bir radyoda bir şarkı dinlediniz ve bu şarkı sizi çok hüzünlendirdi yada çok coşturdu. Sizi hüzünlendiren yada coşturan radyo mudur yoksa o şarkı mıdır?

O şarkı radyonun bir eseri midir? O şarkının güftesini o radyo mu yazmıştır? O şarkının bestesini o radyo mu yazmıştır? Radyo sadece alıcı ve ileticidir. Ama bir verici sinyal dağıtmadıkça hiçbir radyo işlevde bulunamaz.
Verici sinyalleri her yerde gezer ama sadece alıcılar bunları iletebilir. Radyo çok bir çaba sarf etmez aslında sinyalleri bulmak için. Marifet sinyalleri bulmak da değil radyo olabilmektedir. 

Ve radyo olmak bir hediyedir yazarlık açısından, bu sinyalleri algılayıp iletebiliyor olduğunuz için. Bundan dolayıdır ki asla marifet görmem yazdıklarımı.

Ben sadece bana özel frekanslardan aldığım ses dalgalarını kaleme alan biriyim. Yani basit bir ileticiyim sadece.
Bu konuda bir sır vermek gerekirse de , yazdıklarını kendi marifeti sanıp kibirlenenlerin, algılayabildiği frekanslar azalır günden güne.

Çünkü kibir, size verilen hediyenin değerini bilmemeyi getirir ve o zaman başlarsınız parazit sesleriyle yayın yapmaya.


11 Ekim 2010

Ben bir profesyonelim!


Profesyonel olmak. Ben bir profesyonelim. En çok güldüğüm cümle veya kendini ifade ediş şeklidir bu; ben bir profesyonelim.

İş hayatında profesyonel olmanın gerçek açılımı nedir sizce?

Alacağınız kararlarda duygularınız etkisinde kalmadan sadece verilere ve durumlara göre değerlendirme yapabiliyor iseniz siz bir profesyonelsiniz.

Bu mudur?

O zaman Türkiye'de maalesef profesyonel bir işveren yada işalan yok ve olamazda.

Çünkü sahip olduğumuz genlerimiz gereğince, bizler asla duyguların dışında kararlar alamayız.

Ama duygusal aldığımız kararları gene genlerimizin bize verdiği rol yaparak rasyonelleştirme yeteneğimiz ile duygusal karar değilmiş gibi görünmesini sağlayabiliriz.