24 Haziran 2014

İroni


 


Güneş hayatın kaynağıdır. Toprak ve suya işlevini 
verendir. Dünyada tüm kaynaklar var iken, hayat kaynağının milyarlarca kilometre dışarıdan geliyor olması ne ironiktir. 

Tıpkı insanoğlunun, her şeye sahip olduğunda huzura da sahip olacağı yanılgısı gibi. 

"Güneşini bulamadıkça, toprağın da suyun da yaramaz sana."

Rüzgarın şiddetini ağaçlar yıkılınca algılarsak, öldürülen çocukların vahşetini de ancak dünya yıkıldığında algılayacağız.

Vahşet,katliam,infazlar...

Bu yakanın maddesel bağımlılığı o yakanın acı ve vahşet dolu ölümlerine neden oluyor. Ruhen körelen toplumlar, refahı, "sahip olmak"ta ararlarken, aciz masumların yok olmalarına neden oluyorlar.

Bizler, sahip olmak kavgası içinde iken onları "var olmak"tan alıkoyuyoruz. Eğer bir kişi sahip olmak güdüsünden vazgeçerse, bimediği diyarlarda , tanımadığı masum ve kimsesiz bir çocuğa var olma ve var kalma  şansı vermiş olacaktır.

Hayat almak da, hayat vermek de bizim kararımız. Biz bizden vazgeçebilirsek, kulağımıza gelmese de  yüreğimize dokunan binlerce duaya ulaşabiliriz.

Gelin, masumların katili olmaktan vazgeçelim. Katil olacaksak, kendi egomuzun katili olalım.


13 Nisan 2014

Tek Yaşa; Tek Öl...



Mesleğini seçenlerden değilim. Ama mesleğimi iyi icra ederim. Çoğu kişi işimi meslek olarak görmeyecek olsa da, müşterilerim işimde uzman olduğumdan emindirler ve ben onları bulmam onlar beni bulurlar. Sanırım mesleğini bir marka melodisinde icra ediyor olmak buna deniyor.
Evet ben bireysel bir markayım. Asla kendi reklamını yapmamış ama müşteri memnuniyeti sayesinde en güçlü ve ücretsiz tanıtımı yapılan bir markayım. Sanırım gerçek marklar da böyle oluşuyor zaten.
Dediğim gibi ben ne ün sahibi ne de marka olmak istemedim ama işinizi icra edişinizde bir stiliniz var ise ve her zaman müşterinin istediğini beklediğinden de temiz ve kusursuz yerine getiriyorsanız, tüketici krallığının kapıları hatta tahtı size açılıyor kendiliğinden.
Bu mesleği bir okulu olsun da orda öğreneyim çok isterdim ama o zaman sanırım gizemli kimlikler fazla afişe olurdu, belki bir yer altı okulu olması lazım, ya da Tibet de Himalayaların yüksek ovalarından birinde bir eğitim kampı. Belki de vardır ama olsa idi beni öğretici olarak çoktan davet ederlerdi.
Çünkü dedim ya; ben işimde bir markayım. Ve her bitmiş işimin bana ait olduğunu imzam yada logom olan, üçleme ile kendimce tescillerim. Bunu esasında marka logosu olarak düşünmemiş idim başlarda.
Bu sadece işimi titiz ve temiz yerine getirmekte kullandığım bir tarz idi. Dedim ya her marka bireyin bir stili olması lazım. Benim en belirgin stilim de bu üçlemedir yani ilk iki atış kalbe, üçüncü ise yakından iki kaş arasına.
Benim, mesleğimi icra edişimde net övüneceğim bir husus var ki, asla bir işim hastaneye yani ameliyathaneye sarkmamıştır. Direk siyah ceset torbası ve sonrasında da ayak başparmağında isim etiketi ile morgda istirahat.
Her türlü işi almak da sanırım başarımın bir parçası. Asla iş seçmem. Yaşlı, genç, rahip yada serseri fark etmez. İş işdir. Önemli olan temiz sonuçlanmasıdır.
Sadece zaman kıstası kabul etmem. Yani işin gerçekleşmesi ile ilgili süre vermem. Sıfır şahit ve sıfır ipucu olacak ortam oluşuna dek bekler ve gözlemlerim. Zira şahit olursa onu da temizlemek gerekir ve bunun karşılığında da ücret alamazsınız. Boşa giden ceset torbası yani.
İşi aldığım andan itibaren hedef eceli ile ölse bile para hesabıma yatar. Yatmaz ise yatırmayan morg da onun yanında yatar. Basit kurallar, basit dengeler.
Özel tasarım taleplerini asla kabul etmem. Yakmak, bıçaklamak, terastan uçurmak gibi. Benim imzam bellidir. Kaza süsü bana amatör işi gibi gelir. Ben aksine o işin bana ait olduğunu özellikle bilinsin isterim. Şüpheli ölüm benim tarzım değildir.
Meslek hastalığı denen ilet ise bizim işte şudur; tek yaşarsın, tek ölürsün ve ölüm sonrasını asla düşünmezsin. Hele yeniden dirilecek ve hesap verecek olduğunu hiç düşünmezsin. 
Gerçi ola ki o gün imzalı işlerim tek tek bana sorulacak olursa, cevabım şu olacak; "Onların hiçbirinin ölmesini ben istemedim, ben olmasam da birisi onları öldürecekti. Ben sadece o işin temiz gerçekleşmesini sağladım. Kesin, acısız ve temiz." 
Günah mı sevap mı ? İşte o bana göre sadece bakış açısı. İyi yaptığımdan emin olduğum işimi çok seviyorum, her ne kadar arkalarından ağlayanlar bana şükran duymuyor olsalar bile.

26 Mart 2014

Israrın Zararı



Denenmişleri denemekten vazgeçemezsin bazı zamanlar. Tüm atasözlerini duymazdan gelir bir umutla tekrar denersin.
 
Değişmez yasaların senin için hususi değişeceğini umut ederek bir daha denersin. Şeytanın bacağını kıracağım diye betimleyerek bir daha denersin. 
 
Tüm dostların yeter artık dese de bir daha denersin. Göremediğini görenler çevrende çok olsa da onları duymazsın ve tükenene kadar umudun kendini azimli diye adlandırarak ısrarcı bir çocuk gibi yine denersin.
 
Oysa bu tekrar denemeler azimli olmandan değil çaresizliğindendir aslında. Alternatifini bulamadığın için elinde olana ısrarla sarılman ve ondan ayrılamaman. 
 
Ulaşamıyorsan istediğine, planlar doğru olsa da sonuçlar istediğin gibi değilse, vazgeçmeyi ve geri çekilmeyi bil. Geri çekilip kendini dinlemeyi ve izlemeyi bil.
 
O zaman göreceksin ki ya inandığın şey tam hazır değil, ya da sen onu gerçekleştirmek için henüz hazır değilsin. 
 
Geri çek kendini ve sessiz kal bir süre. Sadece su ve hava yeter bana bir süre de ve hafifle.
 
Bırak yeni kıvılcımlar canlansın beyninin kıvrımlarında. Yeni gelenin öncekinden çok daha büyük bir balık olduğunu göreceksin.
 
Ve ısrarla denediğin ve istediğinin aslında bu büyük balığı yakalamak için bir yem olduğunu farkedeceksin.
 
İşte o gün sihri çözeceksin. Böylece sükunetin, çığlıklara ve naralara karşı daha gösterişli ve etkileyici olacak. İnan.