29 Nisan 2012

ErteleME


Ertelemek. Ruhun kaçınılmaz hastalığı. Ertelemek. Biliyor olmanın bir lütuf değil de artık sana bir yük oluyor hale geldiği vakitlerde başlar ertelemeler.

İrili ve ufaklı binlerce ertelemelere sahibiz hepimiz. Yapman gerektiğini ve zaruretini biliyorsun ama telafi etmek için daha ne kadar zamanın olduğunu bilmeden rahatça erteliyorsun. Hatta bunu çok fazla irdeleme ihtiyacı bile hissetmeden. Bu ne cüretkârlıktır? Bu ne vurdumduymazlıktır.

Ey ertelediği için bin pişman ölüler! Bir kalkın de ses verin biz acizlere. Zira anlamayız biz faniler kürek kürek toprak üstümüze atılmadan.

En büyük kayıp aslında en rahat ertelediğimiz. Ruh çelişik iken kan nasıl düzgün akar damarlarda, kalp nasıl vurabilir aynı ritimde yorulmadan ve beyin nasıl aşabilir bedenin aşamadığı mesafeleri? Ruh çelişik iken, biz nerede arıyoruz huzuru?

Ben bilmez iken cahil idim. Öğrenir iken cesur idim ki erteledim. Ama bilir iken acizim ki erteliyorum.

Sizin hangi ertelemeniz damarlarınızdaki kana komut veriyor. Hangi ertelemeniz, beyninize bir kamçı gibi vurur iken hala gülümsemeye devam edebiliyorsunuz? Hangi ertelemenizin asla dönüşü olmayacak? 

Ey ölüler, hayatta olanlardan daha çok fayda vardır esasında sizlerden bizlere. Bir dillenseniz, tüm âlimler dilini yutar. Sizi duyabilenler asla erteleme cesareti bulamaz kendinde. Bu tüm yaratılışına aykırıdır.

Ey ölüler, bir ses verin ki ertelemeler bitsin bu fani dünyada. Zira sizleri duyan erteleyemez, alim ise de, cahil ise de.

26 Ocak 2012

Yanlış İnfaz


Ne yaparsan yap, ne kadar direnirsen diren, tüm enerjini o yöne akıtmaya çalış, eğer yönün doğru değilse, patinaj çeken kabak bir lastiğe dönüyorsun zamanla.
Bildiğim ve gördüğüm odur ki, asla fıtratının dışında bir hayat yaşamaya ve ideallere ulaşmaya çabalamayacaksın. Oldu, o emellere ulaştın, bedelleri gelenden çok daha fazla olacaktır. Oldu ulaşamadın, kendine hak etmediğin başaramadım damgası vuracaksın ve mutsuz olacaksın.
Sonuçta fıtratının dışında her türlü yaşam, başarılı yâda başarısız gözüken, seni mutlu etmez. İnsanların arzuladığını, kendi arzuların olarak algıladıkça, hayat bir nehir gibi akıp gidecektir asla geri alınamaz şekilde.
Her insanın kendi içinde yaşattığı zarafeti olabilir. Ama bunun değerli olanı ancak dışarıdan diğer insanların algılayabildiği kadarıdır. Beni seviyor ama benim haberim yok, bana değer veriyor ama benim haberim yok, beni takdir ediyor ama benim haberim yok.

Kusura bakmasınlar ama böyle tipleri hiç iplemem. İçinde yaşadığını dışına vermekten korkanlar beni sevmesin arkadaş. İstemem silik, güvensiz kişilikleri. Nedir korktuğun, bilirse şımarır mı? , bilirse başıma kakar mı? Korkak. Hem de ne korkak.

Ben sevdiğimi ve takdir ettiğimi paylaşmaktan hiç korkmam, beni bilen bilir. Çünkü olur suiistimal olursa gönül evimin kapısının dışında bulur kendini hiç farkına bile varmadan. Selam verir, sohbet ederim yine, ama asla sevilmez tarafımdan eskisi gibi ve o anlam veremez belki bu sürece ama korkak olduğu için ne oluyor arkadaşlığımıza diye gelip soramaz da zaten sana. Öyle sıkışır kalır seninle ve sensizlik arasında.

Hiç korkum yok mu? Var tabi. Hem de ne korku. Hak yemek. Bu kadar kendi haklarının dokunulmazlığına ve saygınlığına önem veren bir şahsiyet olarak, bir başkası ile ilgili, haksız yargıdan ve haksız muamele etmekten çok çekinir ve korkarım. Bunu bana nasıl yapabildin ya da bunu bana nasıl söylersin sözü beni bitirir.

İnfazlar çok olur benim hayatımda, zamanı geldiğinde tereddüt etmem ipi çekerim, kim ucunda sallanan diye bakmadan. Ama bu kararlılık beni korkutur çoğu zaman yanlış infaz yapmış olmaktan. Zira çok geç olabiliyor bazen o arkadaşlık ipin ucunda sallanır iken. Çok korkarım yanlış infazlardan, hem de çok .

01 Ocak 2012

İhanet Mahkemeleri



Bir suçlu aramak gerekirse her zaman aldatan suçludur tabi. En azından yürek asla tersini söyleyemez. Aynı zamanda kendi başına gelebilir korkusu ile bu yıpratan ve yıkan olayı, kendi hayatından mümkün olduğunca uzak tutabilmek adına, suçlarsın her zaman için aldatanı.

Cinsiyet gözetmeksizin değerlendirmek gerekir ise, aldatmak bir sahtekarlıktır ve suçlu çarmıha gerilmeli, kızgın güneş altında aç ve susuz bırakılmalıdır. Aldatılan bunu ister aldatan için koşulsuzca.

Ceza kanununda suçun işlenip, işlenmediği as olandır ve hüküm bu karar üzerine verilir. Suçun işlenme nedeni, ancak akli dengesi yerinde olmadığı ya da nefsi müdafaa olması durumunda hüküm verilmesine engel olabilir. Bunun dışında tüm dış etkenler suçun varlığını ve kötülüğünü yok saydırmaz.

Bu durumda aldatan şahıs için, hüküm vermemek için iki gerekçemiz vardır, aklı denge bozukluğu ve nefsi müdafaa. Olayı bir cinayet değil de duygusal bir travma olarak ele alırsak, aklı denge bozukluğunu; duygusal ve cinsel tatminsizlik ve nefsi müdafaayı da; aşağılanma ve onay alamamaya tepki olarak tanımlayabiliriz.

Böyle bir girişten sonra hayalinizde İhanet Mahkemeleri’nin kurulduğunu canlandırmanızı istiyorum. Davalı; aldatan. Davacı; aldatılan.

Aldatan ne şartlarda suçsuz bulunabilir sizce? Aldatılan ne derece, aldatanın bu suçsuz bulunuşunu iç dünyasında kabullenebilir. Düşünün ki mahkeme kuruldu ve sizi aldatan eşiniz ya da sevgiliniz yukarıdaki iki gerekçeden birisini ispatlayarak suçsuz bulundu. ‘Tamamdır o zaman, adalet mülkün temelidir, gel canım tekrar yatak odamıza dönelim.’ mi diyeceksiniz?

Tabi ki bu imkânsız. Çünkü hukuk mantıksal değerlemeler ve karşılaştırmalar ile icra edilir. Ama bir ilişki tamamen duygusal beraberlik üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla aldatma sonrası ilişkilerin bitmesi, mantıksal değerlemeler ve eleştiriler sonucu değil tamamen duygusal reaksiyonlar akışında gerçekleşir. Mahkeme kurulamadan infaz gerçekleştirilir.

Bazı ilişkiler de vardır ki, aldatılan, aldatıldığını görmezden gelmeyi tercih eder ya da gözüne bariz batar bir durumda olay gerçekleşmiş ise de; ‘Medeni olalım, bunu çözebiliriz.’ yaklaşımları olur. Aldatılmayı bu şekilde karşılayabilen bir eş için şunlar söylenebilir; ilişkisinde duygusal boyut zaten yoktur ya da hiç olmamıştır veya aldatan zengin bir erkek ise de kesin nikâh öncesi evlilik sözleşmesi imzalattırmıştır.

Aldatan erkek yâda kadın fark etmez, ikisinin de birbirinden bu konuda üstünlüğü veya dokunulmazlığı olamaz tabi ki. Ama dişi, erkek kime sorarsanız sorun; ‘ Annenin mi babanı aldatması seni daha çok yıkar yoksa babanın anneni mi aldatması?’ sanırım cevabın çoğunlukla ‘Anne’ olarak geleceğinden siz de eminsinizdir.

Bunun altında yatan kadının bedenin doğurgan olmasından dolayı daha kutsal olarak kabul edilmesidir ve bu mabedin kirlenmesi tüm ilişkiyi, tüm evliliği hatta çocuklarını bile kirletir şeklinde algılanmasıdır. Burada kadının duygusal sorumlukları yine erkeğe göre maalesef daha yüklüdür ama yaratan tarafından bu yükü taşıma üzerine de erkeğe göre bin kez daha güçlü yaratılmıştır.   

Bir erkek aldatıyor ise, ona yaratanın lütuf olarak sunduğu kadının değerini algılayamamıştır. Bir kadın aldatıyor ise yaratanın kendisini bir mabet olarak dünyaya sunduğunu algılayamamıştır. Her ikisi de her halükarda ne büyük kayıptadırlar.

10 Aralık 2011

Marka olunmaz, doğulur.

Marka olmak öyle kolay değil arkadaş. Marka olmak ile ''Bilinir'' olmak arasında ki farkı anlamak lazım önce. Biraz tanınıyor olmayı ''Biz Marka Olduk'' havasına getiren şirket yöneticileri, şirket hissedarlarının kucağına bir şirket enkazı bırakacaklardır er ya da geç.
Markanın kendine özgü bir ruhu vardır. O ruha sahip olan bir firma, zaten Marka olmak için çok çaba sarf etmeden ulaşır hedefine. Bazı ''Piyasa Çakalları '' vardır ki, onlar, iyi ambalaj, güzel logo biraz da reklam ile her şeyi markalaştırabileceklerini sanırlar. Tüketiciyi kandırmak üzere kurulan tüm markalaşma politikaları çökmüştür.
Tüketici ''Bilinir'' ve ya ''Tanınır'' bir ürün almak isteyebilir. Bu belli bir kalite standardının altına düşmeden alışveriş yapmak adına baraj görevi sağlayabilir. Ama Marka satın alacak tüketici, kaliteli bir ürün alıyor olmaktan çok bir duyguyu satın alıyor olmayı arzu eder. Marka sadece kendine özel duruşu ve vaadi ile bir duygunun temsilcisi olmalıdır. Zira bu sonradan sahip olabileceği ya da protez gibi sonradan bünyesine ilave edebileceği bir şey değildir. Marka olunmaz, Marka doğulur diyebiliriz kısaca.

02 Aralık 2011

Maskülen Feminizm



Her ne kadar feminist olmak kadınların tekelinde görünse de, bir erkeğin de, gerçek bir feminist olabileceğini ve hatta bunun hümanist olmanın doğal bir sekmesi olduğunu ifade etmek isterim.

Ezilen yada horlanan kadın hikâyelerinin, bilinen yada bilinmeyen süreçleri ve acı dolu sonları tüm toplumumuzca malumdur. Bu acı ve hüznün limitleri, tahammül sınırlarını öyle zorlamamaktadır ki, artık erkekliğinden utanır aydın kesimler, kadınlar adına başkaldırı yürüyüşlerine katılır olmuşlardır.

Şiddet ve baskı ile kadının benliği üzerine hâkimiyet kurarak, dışarıda ezilen kendi egosunu, evinin içersinde yücelttiğini sanan erkek olamamış erkeklerin, psikolojik durumlarının çok normal olmadığı aşikârdır.

Bu kompleksli erkek sürüsünün karşısına, kadını tek başına bu sürüye karşı bir güç faktörü gibi konumlandırmaya çalışan, feminist akımların yada bunların sözcülerinin, savaş boyalarının ve baltalarının tacirliğini yapar görüntüleri de pek iç rahatlatıcı değildir.

Çözüm, kadını, erkeğin karşısına bir başka erkek kimliğine sokarak direnç göstermeye çağırmak olmamalıdır. Sadece ekonomik özgürlüğüne sahip olmanın, gerçek bağımsızlık gibi kadınlara pazarlanması, bir şekilde hayatlarını tek başına kurmayı başaran ama iç dünyaları ile tezat bir duruş sergileyen ''Erkek Kadın'' ların sayılarının artmasına neden olmaktadır.

Maddi dünyada erkeklere muhtaç olmadan yaşayan bu kadınlar, manevi dünyalarında ayaz rüzgârların altında üşüyen yalnız bir kız çocuğu gibidirler. Fakat hissiyatlarını ne hem cinsleri ile ne de karşı cinsleri ile asla paylaşamazlar, zira manevi dünyaları ile ilgili paylaşımları zayıflık görür, maddi dünyalarındaki zar zor kurdukları düzeni de alt üst edeceğinden korkarlar.

Bir erkek ile yaşadığı olumsuz olayları gerekçe tutarak, tüm erkeleri o kadına kötülemek ve düşman kesmek midir bir feminist lider kadının diğer mağdur kadına yardım etme şekli?

Tenkit edilen erkeğe karşı, o mağdur kadını erkekleştirerek  karşısına rakip olarak dikmek midir çözüm?

Kadına, kadınlığından vazgeçmesi mi tavsiye edilmelidir, bağımsız olabilsin diye?

''Ben de bağımsızım, ben de özgürüm'' diye, kadınlığına aykırı,  bedenden bedene gezmek mi güçlendirir kadını?

Mağdur kadınlar, kimlerden destek ve akıl aldıklarına çok dikkat etmelidirler.

Zira çirkinlik ve cinsel bozukluklarından dolayı, tüm erkeklere düşman olan; beğenilmiyor ve arzulanmıyor olmanın faturasını tüm erkeklere kesen, feminist kamuflajı ile gezen, çok istismarcı sözcüler ve propagandacılar vardır.  

Onların amacı maalesef, mağdur ve ezilen kadınları güçlendirmek değil, onu erkekleştirerek kendi düşmanları erkeklere karşı asker yapmaktır.
Dolayısıyla, mağdur ve ezilen kadınlara; ''Erkek seni eziyor mu? O zaman kadın olmaktan vazgeç, sen de erkek ol!'' gibi bir yaklaşım çözüm olarak sunulmamalıdır.
En kötüsü ise çözümün maalesef o mağdur kadında değil erkekte olmasıdır. Zira hümanist bir erkek, bir kadına asla şiddet uygulamaz yada kadın üzerinde hâkimiyet kurma açlığı hissetmez.

Kadınlar, "Biricik paşam" diye sevdikleri oğulcuklarına, büyüdüklerinde kadınlara zulüm yapmayacağından emin oldukları eğitim ve terbiyeyi vermelidirler.

Bir kadının ''Oğlum, oğlum'' diye  gururu; maalesef gelecekte bir başka kadının '' Kadınlık Onuru "nu yıkmaktadır. 

"Erkek" olamamış erkekler yüzünden, "Kadın"lığınızdan asla vazgeçmeyin mağdur kadınlar...

 











27 Kasım 2011

Liderler Yalnızdır



Kalabalıklar içersinde yalnız kalmak en yıkıcı olan. Yıkılsan da yıkılmış görünme hakkın yoktur eğer lidersen. Birçok insan benim yerimde olmak için yırtınır durur ama nelerden vazgeçmeleri gerektiğini bilmezler. Sadece sahip olduğumu sandıkları güç ve üne özenirler.

Ben tarihin akışına yön veren bir lider olsam da, tarihin içinde sararmış bir sayfadan ibaret olacak tüm yaşadıklarım. Sayılı nefeslerimin kaldığı şu son günlerimde, ben herkesin bildiğinin tersine, kendimi hiç yaşamamış gibi hissediyorum.

Bu nasıl bir dönülemez pişmanlıktır. Bu kadar güce sahibim ve milyonları arkasında sürükleyen biri olarak neden keşke sadece bir köyde çobanlık yapsaydım diyorum şu an?

Bir gerçek var ki ben; olmak istediğimi sandığım kişinin hayatını yaşamışım bir ömür. Ona göre evlilik yapmışım, ona göre çocuklar büyütmüşüm. Oysa aslında ben, ne karımın bildiği eş, ne de çocuklarımın bildiği babalarıyım.

Dürüst bir lider olarak adlandırıldım bunca yıl ama aslında kendi hayatım koca bir yalan geçmişe baktığımda. Ben olmayan bir beni oynadım bunca yıl herkese, sanki bu benim görevimmiş gibi. Fedakârlık yapıyor olduğuma inandırdım kendimi, kendimi teselli edebilmek adına.

En kötüsü de ne biliyor musunuz? Tüm beceri ve icraatlarıma rağmen bir gün ben de toprağın olacağım ve orasıyla ilgili henüz hiçbir hazırlığım yok. Ben ki, ileri görüşüm sayesinde bugüne kadar başarılı bir lider olarak adlandırılmışım, şimdi kendimi bir o kadar kör ve bilgisiz hissediyorum bu hazırsızlığımdan dolayı.

Zamanı geldi, o gün bugünmüş. İlk kez yeni bir başlangıç beni heyecanlandırmıyor sadece korkuyorum. Tüm bildiklerim yetersiz, bomboşum sanki. Dua ediyorum bir ümitle belki bir kul yürekten benden razı olur diye. Milyonlara liderlik etmiş bir adamın, bir kuldan rıza beklemesi ne ibret vericidir.

14 Eylül 2011

Su gibi aziz olun...


Bir fikir ile başlıyor tüm yenilikler. Fikir sahibi olmak için ilim sahibi olmak gerekir yine de. İlme sahip olmadan fikir üretenler, genelde duyduğu ya da gördüğüne bir kulp ekleyerek buluş yaptığını sananlardır.

Gerçekten orijinal bir fikir yakalamak için kesinlikle o konuda belli bir ilme sahip olmak gerekir. Bazı kişiler var ki sadece çok para kazanma hayali ile bilgili olmadıkları mevzularda, yapılmışlara şapka ve kulplar takarak kendince yeni icatlarda bulunmuşçasına heyecana kapılırlar.
Ama sonu hep hüsrandır bu tarz sevdaların. Önce hangi mevzuda donanım ve bilgin var ona bakacaksın. Sonra o mevzuda yeterince son gelişmeleri takip ediyor musun, kendini yeterince yenilemiş misin onu sorgulayacaksın.

Bildiğinden kendin tatmin olduğun gün kendini fikir üretmeye yetkin kabul edeceksin. Doğru zamanda kendine bu yetkiyi vermişsen zaten, üretim kendi kendine başlar beyninin katmanlarında.

Herkesin ruhunun ve zekâsının birbirine paralelliği vardır. Ruhun yapısı zekânın gelişimini, zekânın gelişimi de ruhun mertebesinin yükselmesini sağlar. Bu karşılıklı yüceltme üretkenliğin verimliğini sağlar.

Ruhun gelişimini dikkate almadan sadece akıl ve zekâ gücüne dayanarak üretmeye niyetlenenler, tadı ve rengi olmayan meyveler veren ağaçlar gibidirler.

Ruh güçlenmek ve yükselmek için öncelikle inanca ihtiyaç duyar. Kişi kendi ruhunu yüceltebilmek için öncelikle kendine ve özüne vakıf olmalı ve ruhunun özünün ona neler katabileceğine dair şüpheleri olmamalıdır.

Özünden şüphe duyan bir ruh, bulunduğu bedendeki zekâ ile karşıt duruma düşer ve üretken enerjisini giderek yitirir.

Sonuçta, bedende ya da ruhunuzda, çelişkili yargılar ya da tezat davranışlar olmamalıdır özgün üretebilmek için. Ne olduğunuzu bilmeden, nasıl olacağınızı bilmediğiniz şeyleri arzulamayın. Gülünç olursunuz.

Kendi ruhsal kimyanızı çözüp, size has elementlerinizin birleşimini veren kendi özünüzün formülünü nitelendirebildiğiniz gün, çevrenizdeki diğer ruhsal elementleri ayırt etmeye ve kendi kimyanıza uyacak ve farklılık katacak olanları seçerek eklemeye başlarsınız.

Önce özünde var olanı istersin sadece onu bildiğin için ve kendini pekiştirmek adına. Bu ruhsal kimyanda bulunan bir hidrojen atomuna bir hidrojen atomu daha eklemeye benzer. İki hidrojen atomun vardır artık.

İlmin artıp, algılaman kuvvetlendikçe fark edersin sadece hidrojenden ibaret değildir atomlar. Sonra oksijenin başkalığını fark edersin. Hidrojen yanıcı, oksijen ise yakıcıdır. Ama ruhsal formülünde birleştirdiğinde yanıcı artık yanıcı değil, yakıcı artık yakıcı değil. Artık yanıyor olanı söndüren, tohuma da hayat veren su olmuşsundur.

Dolayısıyla, sizi yakar diye uzak durduğunuz, sizi su gibi aziz yapacak olabilir. Ama en ilginç olan ne biliyor musunuz? İki hidrojen bir oksijen (H2O) iken su gibi aziz olmuşsunuzdur ama bir oksijenim daha olsun dediğiniz vakitte de artık hayat veren su değil, öldüren, zehirli,  okside edici hidrojen peroksit’ e(H2O2) dönüşürsünüz.

Sizi su gibi aziz yapan, sizi öldürücü bir zehir de yapabilmektedir. Bu da yaratılmış olan insanoğlunun acizliğinin başka bir ispatıdır yine. Su olun, su gibi aziz olun. Ama suya dönüşmüş olduğunuzdan emin olun ki hayat verecek iken katil olmayın.

04 Eylül 2011

Güzellik hediye mi yoksa ceza mı?


Yıllar içinde her zaman değişime uğramıştır güzellik standartları. Ama güzelliğin etkileri olumlu ya da olumsuz tarih boyunca hiç değişmemiştir. Güzellik görecelidir derler ama etkileri genelde pek de öyle değildir.

Güzellik, zeka, bilgi ve yetenek ile birleştiğinde tarihini akışını değiştirebilecek, Hürrem’leri ya da Josephine’leri bir abide gibi karşımıza diker. Onlar gibiler için güzellik, sadece bir giriş biletidir, sonrasında zekâ devreye girer ve dünyayı kuzey kutbundan delip güney kutbundan çıkacak güce bile sahip olabilirler.

Bir de güzelliğinin altında ezilip kalanlar vardır ki bunlar giriş biletini elde etseler de içeri girdikten sonra ortamda sırıtmaya başlarlar.Markalar imdatlarına yetişir ve kişisel eksikliklerini, marka takılar, çantalar, giysiler ya da parfümlerle tamamlamaya çabalarlar.

Güzelliği ile kapıları rahat açabilme lüksü, bireysel gelişim ve kültürel birikimde bu şahısları geriye atar. Başkalarının müspet başarı ya da kademeli sınavlar sonucu geleceği noktalara, görüntüsü sayesinde daha kolayca gelebildiği için ek bir kültürel donanıma ihtiyaç duymaz güzeller.

Güzellik farkında olmadıkları bir korku olmaya başlar yıllar geçtikçe. Onu kaybetmek varlıklarını kaybetmek gibidir ve var olmaya devam edebilmek için onu yaşatmaya çabalarlar. Yaşlandıkları günlerde gençlik resimleri nostalji etkisi yaratmaz güzeller için. Onlar acı çekerler servetlerini kaybetmiş gibi.

Gençliklerinde de gerçek aşkı nadir bulabilirler. Çok beğenildikleri ve ilgi gördükleri için gerçek seveni algılamada yanılırlar çoğu zaman. Ruhuna eş olanı değil güzelliğine değeri verebilecek olanı tercih ederler.

Güzeller yalnız insanlardır her ne kadar her ortamda görünseler de. Onlara bakanların, onlara lütuf olarak verildiğini düşündüğü güzellikleri, kendi iç dünyalarında bir cezaya dönüşür fark etseler de, etmeseler de.

24 Ağustos 2011

Hırs öfkenin meyvesidir





İçimde fırtınalar kopuyor. Hatta kasırgalar diyebilirim. Ruhumun katmalarında bu denli hareket varken bunu çevremdekilerden nasıl saklayabilirim ki? Ya da saklamalı mıyım? Olgun ruh, dingin ruhtur bilirim. Fırtına sonrası dinginliği çok özledim.

Bilinen en büyük enerji kaynağı olan güneş bile dingin durmakta zorlanıp, enerji patlamaları ile kendini rahatlatır gibidir. Patlamalar yüksek enerji kaynaklarının doğasında olan bir şey mi acaba? Öyle ya da değil, ama kesin bildiğim bu patlamalardan kendimi alıkoyamadığımdır.

Bunun çevreme pozitif ya da negatif etkileri nelerdir diye irdelediğimde çoğunluğun yüksek enerjili insanlardan çok haz duymadığıdır. Bunun nedeni, imrenme, hasetlik ve ya yüksek enerjiden kaynaklanan kısa devre etkileşimleri olabilir. Sebep ne olursa olsun, çevrenizdekilerin bu etkileşimi sizi pek bağlamaz. Güneşteki büyük enerji patlamaları, sistemdeki bir gezegende deprem tetiklemesi yapabilir. Ama bu güneşin bir sonraki patlamasını ertelemesine neden olmaz.

As olan suni patlamalardan ya da rol kesmelerden çekinmektir. Yapıcı değil yıkıcı etkisi olan ve ruhun katmanlarında yine aynı özgürlükle gezen öfke de bir tür enerjidir ve süslene püslene, ve kamufle edilerek pozitif bir enerji gibi dışa doğru sergilendiğinde, kısa vade de kişiye prim yaptırabilir. Ama kişi bu başarıyı bu öfke enerjisi ile kazandığı için, daha fazla başarıyı da daha fazla öfkeye bağlar ve içindeki tezat enerji akışı en sonunda tüm kamuflajları yıkarak tüm yalınlığı ile açığa çıkar ve bu vakit çevresindeki tüm tanıkları şok edici derecede incitmiş ya da kaybetmiş olur. Çünkü kimse aldatılmayı sevmez ve olgun, dingin saydıkları bir kişinin, bu ani, limitsiz ve kontrolsüz patlaması ciddi bir hayal kırıklığı yaratır.

Öfke ve hırs bu konularda kardeş enerjilerdir. Hatta hırs öfkenin gizli meyvesidir. Öfkesi olmayan bir insanın çok hırslı olması pek olası değildir. Sakin bir ruh haline sahip görünen ama çok hırslı bildiğiniz bir tanıdığınız var ise bilin ki o kişi öfke enerjisi ile yol alıyordur. Öfkesinin nedeni dış görünüşünden, cinsel sorunlarına ya da tek çocuk büyümüş olmasına kadar her türlü doğal hayati sekmeler olabilir.

Hangi sorunun hangi insan da nasıl bir ruhsal tepkime verebileceğini önceden kestirmek çok zordur. Bu, virüslerin fiziksel bedene etkileri ve süreçleri kadar somut bir konu değildir. Zaten insanı da ruhsal olarak karmaşık yapan da, yetişme sürecinde bu tarz ruhsal virüslere, her ruhsal bedenin farklı tepkime ve reaksiyonlar vermesidir. Sizin de maruz kaldığınız ruhsal virüslere karşı verdiğiniz ruhsal tepkiler, çevrenizdeki yakın şahısların ruhsal bedenlerine, ruhsal virüs olarak etki ederler. Bu zincirleme etkileşim, her birimizin bir diğerimizin varoluş ve şekillenmesindeki etkimizin kaçınılmaz olmasını sağlar. Yani kimse tek başına kendisi olamaz.

Her birimiz, çevremizdeki beraber yaşadığımız insanların pozitif ya da negatif ruhsal enerji patlamalarından etkilenerek, kendimizi, birbirimizden direk etkilenerek, farkında olmadan yapılandırırız ve ayna karşısına geçip gördüğümüz sureti ''Ben'' sanırız. Ama hiç birimiz ''Ben'' değiliz. Her birimiz, beraber yaşadığımız, tartıştığımız, seviştiğimiz, eğitildiğimiz, ezildiğimiz ve ya yüceltildiğimiz insanlardan maruz kaldığımız ruhsal virüslerin tepkimesi ve buna karşı oluşan reaksiyonların bileşkesiyiz.

Bu kaçınılmaz gerçeğin dışında bir yaşam söz konusu olmadığı için ben diye direterek yaşamak da çok yersiz ve manasız olmaktadır. ''Biz'' diyerek dünyaya bakış açısı, medeni olmaktan değil akıllı olmaktan dolayıdır aslında. Bunca somut gerçeğe rağmen kendini ben olarak görmeye devam etmek, öfke gibi ruhsal virüsleri üretmenizi ve salgılamanızı dizginleyecektir.

Unutmayın ki Siz; olumlu ya da olumsuz yaşadıklarınızın, görsel tepkimeleri ve ya bileşkesisiniz. Ve eğer sahip iseniz çok övündüğünüz hırsınız, izole ettiğiniz ya da henüz sizin bile farkında olmadığınız öfkenizin doğal meyvesidir.


14 Ağustos 2011

Etekli Erkekler




Şiddet yanlısı görünmese de birey, zamanı gelir şiddet onun da bir parçası haline gelir. Nadir zamanlar da olsa şiddet çölde ki su gibi gelir insana bazen.
Herkesin, etrafındaki tüm eşyaları kırıp dökmek, delicesine çığlıklar atmak istediği bir anı olmuştur. Bunu sık yaşayan biri iseniz tedavi görmeniz gerekiyor demektir ama bir kez yaşamış olmak her birey için geçerli olabilir.
An gelir  hayvansı dürtüler tüm bedeninizi tamamen ele geçirir. Çünkü o ana, bir insan olarak tahammül edemiyorsunuzdur ya da öyle hayvansı olay ile karşı karşıya kalmışsınızdır ki ancak hayvansı dürtüyle karşılık vermenin sizi sakinleştirebileceğini düşünürsünüz.
Kanınızın damarlarınızdaki dolaşımı hızlanır. Boğaz düğümlenir. Adrenalin salgılanır ve hem bedende hem de ses de titreme başlar. Dil kayar, kelimeler de harfler yutulur. Sinirler kopacak derecede gerilir ve bir yay gibi öfkeyi dışarı doğru fırlatır.
Kontrolsüz gergin sinirlerin bir yay olarak öfkeyi ne yöne ne şiddette fırlatacağı bilinemez ve önceden ölçülemez. Bu sinirsel patlama, ancak en yüksek noktasına ulaştığı andan itibaren hızla irtifa kaybeder.
Sinirler birden gevşer, beden kendini taşıyamaz derecede salar. Çok uzun mesafe koşulmuş gibi ciğerler nefes nefesedir. Damak kurumuş, sık yutkunma ihtiyacı vardır. Kendince haklı da olsa hayvansı verilmiş tepki,  sessiz bir pişmanlık vermeye başlar, dakika dakika artarak.
Şiddeti alışkanlık olarak yaşayanlar ya da yaşam tarzı olarak benimsemiş olanlar, hasta insanlardır. Ya karantina ya da tedavi hatta ikisi bir arada gerekir bu tarzlara. İnsan olmayı beceremediği için ruhsal taklidine en müsait olduğu hayvanı seçer ve onun güdülerini kullanır.

Tabiattaki aslı hayvan olan hayvanlara gelecek olursak, onlar iki durumda şiddete başvururlar. Açlıktan ölmemek için avlanırken ya da bir sürünün ya da dişinin sahibi olmak için dövüşürken. Maalesef karşısındakine üstünlük kurmak üzere, karşı cinsini, fiziksel üstünlüğüne rağmen döven ya da hırpalayan tek hayvan insan suretinde gezenlerdir.

Kadına sürekli şiddet uygulayan erkek, artık etek giyip gezmelidir. Giymese de benim gözümde etekli erkektir. Okuyanların arasında varsa bu etekli erkelerden, kendini ayrı tutacaktır kendince gerekçelerle.

Varsa ona sözüm şu dur ki, o kadına yaptığın tüm o zalimlikler, cehennemde seni yakan ateşe atılan birer odun olacak. Affın ve pişmanlığın fayda getirmeyecek. Seni emziren anan bile, sütünü sana helal etmeyecek. Gözün onca ateşe rağmen, sadece rızasını almak için o zulmettiğin kadında olacak.

Ama zalimlerin kurbanı olanlar cennette olacağı için asla onla göz göze gelip rızasını alamayacaksın. Sana karşı olan tahammül ve sabrı, ona cennette sonsuza dek senden uzak kalma imkânını verecek.

Kadına şiddet bu derece bir zalimlik iken, korumasız bebek ya da çocukları döven anne ya da babaların vay haline. Kimsenin çocuğu, kimsenin tapulu malı değildir.

Çocuklar Allah’ın bizlere emanetidir,  ta ki kendini bilip kendinden mesul olacağı yaşına kadar. Sonrası kendi sorumluluğundadır artık. Bu emanete hıyanet edenler şunu unutmasın ki, bu emanetlerin sahibinin kudreti sonsuzdur ve yalvarmak sizi kurtaramayabilir suçunuzun vahimliğinden dolayı.