22 Eylül 2012

SERÇEM



Çökmüşsün yolun ortasında. Ay dolunay değil, ışığı yetersiz. Uzaktaki sokak lambası yanar söner selam vermekte. Bir kuş sesi bile duyulmaz vakitlerdesin. Yüreğin ağlar ama gözlerinden akmaz o yaşlar. Hiç küskün olmadığın kadar küsmüşsün geleceğine.  Şu yolun ucundan hızlıca sana doğru  gelen koca iki far bekliyorsun adeta. Ne yalnızlık, ne çaresizlik.
Oysa bir el uzansa gel diye, nereye götüreceğini bilmeden tutup gideceksin onunla. Bir el, bir ses, hadi diye. Ama yok, yok, yok. Dışında bulamadığını içinde aramalısın böyle zamanlarda. Zaten içindekini bilmediğinden kalmışsın böyle çaresiz. Mutluluğu dışındakilere bağlamışsın tereddütsüz, ısrarla ve onlar da sana sırtını dönmüş teker teker. O el her an uzanıyor kalbinden sana. Dinle! Dinle! Dinle! Tut sımsıkı bir kez, sen bıraksan o seni bırakmaz bir daha. Yalnız kalmak ancak kendini duyamayanlara mahsus. Duy! Duy! Duy!..
Bir serçe kondu dizinden biraz öteye yolun ortasına. O iki minik göz sana bakarak kafasını bir sağa yasladı bir sola. Ne yaparsın burada der gibi bir eda var parmağın kadar olan bu canda. Sıçraya sıçraya yanaştı dizine doğru. Cüssesi olsa sanki itecek seni gagası ile yolun kenarına. Hadi git yaşa diyecek dili olsa konuşabilse. Belirsiz bir tebessüm oluştu yüzünde. Bilsen ki korkup kaçmayacak alıp eline sarılacaksın o minicik cana doyasıya. Nasıl verebildi o minik can sana bu sevinci?
Gagasını sürttü sağlı sollu yere ve baktı minik gözleri ile. Sıçradı bir adım daha ve yine gagasını sürttü kendini hırpalar gibi. O sırada gözünü kamaştıran o koca farlar belirdi yolun diğer ucunda. Umutla beklediğin o farlar gözünü öyle aldık ki serçeyi seçemez oldun ve o an fark ettin ki beklediğin sonun henüz gelmemiş. Bir gayretle yeniden canlanan ruhunu taşıyan garip bedenini yolun kenarına sürükledin.
Minik serçen uçmadı. Kanatlarını uçmaya hazırlar gibi açıp kapadı bir kaç kez. Ama uçmadı. Serçeler bilir ne zaman yoldan zıplayıp kaçacaklarını diye avuttun kendini bir kaç saniye daha ama o sadece  sana bakarak kanatlarını bir kez daha açıp kapadı. Neden ki diye düşünürken yolun kenarında farlar geçti seni ikaz etmek için o güçlü kornaya basarak. O acı korna sesi, senin acı çığlığınla birleşti... Seeerrrrr-çeeeeeemmmm…
O minik can cansız yol üstünde. Sendeki ruh ise canlanmış ağlaya ağlaya dağlar gibi. Bir minik serçe ölü avucunda, o ölen can geçmişin olmuş artık senin. Bir can giderken sana can geldi. Sadece bir kaç saniyede neler verdi bir minik serçe?
Ne zaman görürsen yollarda bir ölü serçe, bil ki bir ruh daha kurtuldu karanlıktan. Sen de ol gönülden bir serçe ve git sokağın ortasında çökmüş, farları bekleyen bir çift dizin önüne kon ve hisset  serçelerin sahip olduğu,  koşulsuz yardım huzurunun hafifliğini.  

16 Eylül 2012

Kadının Celladın Olursa




Teslimiyetin verdiği huzur ne benzersizdir; koşulsuz teslimiyet. İncinme korkusu olmaksızın teslimiyet. Zaten bir endişenin olduğu yerde teslimiyet tam anlamı ile yoktur. 

Kadın olmanın tabiatında vardır teslimiyet. Ama aynı zamanda şüphenin de sık demirlediği bir limandır kadın. Dolayısıyla tam bir teslimiyet gerçek aşktır diyebiliriz kadın için. 


Şüphelerin nefes alıp verdiği bir beraberlikte, bedenler birbirine teslim görünse de ruhlar sorgular demlerde yaşar aşkları. Koşulsuz teslimiyeti yaşayamayan ruhlar, buldukları aşk kırıntıları ile avutarak sularlar gönül bahçelerini.

Bir erkek, muhteşem bir teslimiyet ile bir aşk yaşamak istiyor ise, öncelikle sevdiği kadının kalbinde olan tüm şüpheleri yok etmelidir. 


Kadın, erkeğe bir şüphesi varmış edası sergilemeyebilir ama akıllı erkek, kadının doğasında var olan şüphelerin kendisi için geçerli olduğunun farkında olmalıdır. Erkek, kadının bu doğal şüphelerini, onun zihninin derinliklerinden henüz dışarı çıkmadan sezmeli ve kadını tarafından sorgulara çekilmeye başlamadan tavır ve tutumları ile bu şüpheleri bertaraf etmelidir. Zira kadında yüzeye çıkmış bir şüphe artık yok edilemez.

Kadın ancak ve ancak tüm şüphe ve endişelerinde arındığında tam bir teslimiyet ile erkeğine bağlanır. Bu bağlılık ile beraber, kendisini yok sayacak şekilde ilişkisine adar. Bir kadının bu denli verici olması ilişkinin kalitesini ve olgunluğunu tavan yaptırır. Çünkü kadın, tüm ruhu ile ilişkisine ya da ailesine yöneldiğinde, kutsanmış bir mutluluk kalkanı tüm evi sarar ve korur.

Erkek, bu huzuru yakalayabilmek için önce teslimiyet duygusunu kadında yakalayabilmeli, sonrasında da bu huzurun daimi olabilmesi için, sakın ama sakın kendisini teslim etmiş bir kadına hayal kırıklığı yaşatmamalıdır. Zira bu karşısında anaç bir kadın yerine, elinde baltası ile ilişkinin infazını gerçekleştirecek bir cellât belirmesine neden olur ve bu cellât, böyle bir psikolojide hiç tereddüt etmeden baltayı ilişkinin boynuna indirir. Erkeğin hiç bir özürü ve yemini fayda etmez.

Erkeklerin özür dilemeleri veya "bir daha asla" yeminleri ancak kendini henüz tam teslim etmemiş kadınlarda işe yarayabilir. Bir erkek, ilişkisinde istediği konfora, kadına davranışları ile sahip olabilir. 
Ama en konforlusunu istiyorsa, bunu nasıl kaybedeceğini ve kaybettiğinde de ödeyeceği bedeli çok iyi bilmelidir. 

Zira teslimiyet ile beslenen bir aşk, benzersiz bir güce sahip olur, onu yaşar iken vezir olursun ama kaybedince de rezil rüsva olursun. Yaşayan bilir, yaşantanlar da bilir.

21 Haziran 2012

Babası Guasimado olsa bile





Kürtaj; bir son ama aynı zamanda da bir başlangıç. Zira bir kadın yaşadığı kürtaj tecrübesinden sonra yeni bir hayata başlar. Farkında ya da değil, bu her halükarda bir travmadır o kadın için. Unuttum der ama unutmaz bilinçaltı.

Ne şekilde gebe kaldığı, gebeliğine neden olan erkeğin kim olduğu, evli olup olmadığı, maddi durumu, hazırda olan çocuk sayısı, kadının olgun ya da genç yaşta olması gibi birçok neden olabilir kürtaj yaptırmak için. Gerekçe ne olursa olsun, rahimden kazınan cenin, ruhtan kazınamaz maalesef.
Her ne kadar, doğacak bir canın yaşama süreci başlamadan sonlandırılıyor olsa da, bunu cinayet olarak adlandırmak gerçekten ağır olacaktır. Ama kürtaj olayından herhangi bir estetik operasyon ya da dişinizdeki köprü tedavisi gibi bahsetmek de çok abes olur. 

Beden benim, karar benim düşüncesi yanılmadır. Zira kadın kürtaj sırasında bedenindeki bir uzuvlundan vazgeçmemektedir. Vücudunun, koruyucu ve besleyici görevini üslenmek zorunda kaldığı yeni bir hayat alternatifini yok etmektedir. 

Her kadın bu doğurganlığın kutsallığını en derinlerinde hisseder ve mantıksal değerlemelerle  kendi benliğini kürtaj olmaya ikna eder. Eğer bu ikna toplumsal kanıksama ile desteklenmiyor olsa, kadın vicdan muhasebesini asla aşamaz ve kendini tüketir.

Burada kürtaj olmalı ya da olmamalıyı tartışacak değilim. Kürtajı yaşayan her birey ya da her çift bunun muhasebesini kendi içlerinde bir ömür yaşarlar zaten. Med-cezir dalgaları gibi o cenin girip çıkar hayatlarına. Zor anlar, zor kararlar. Zor yükler bunlar ruh için. Ezen, yıpratan, tekrar tekrar dalgaların kayaları dövüp oyduğu gibi ruhu zedeleyen kararlar bunlar. Dönüşü olmayan ve tek şıklı kararlar.

Bir erkek olarak tek bir şekilde kürtajı asla kanıksayamam. O da, evli ya da değil, gebeliğin nedeni olan erkeğe gebe olduğu haberini vermeden, kadının kendi kararınca gebeliğe tek başına son vermesidir. 
Evli kadınlarda kocanın resmi müsaadesi olmadan kürtaj işleminin yapılamadığı malumdur ama gerektiğinde bunu da delebilen doktorlar muhakkak vardır. Bu bir erkeğe, bir kadının yapabileceği en büyük kötülüktür. Erkeğin haberi olamadan kadın bu kararı alamaz. Oldu bunu tek başına yaptı, bundan daha büyük bir günahı kalan hayatında işleyemez.

Rahimden kazınan bir can, o kadar küçük bir parçadır ki, kadın öncesi sonrası bedensel bir fark hissetmez. Ama suçluluk duygusu asla kaybolmaz. Belki dile gelmez, itiraf edilmez. Ama haklı haksız kendini suçlu hissetmek bir katman olur zihin bloklarında.

Eğer gebeliği, beraber olduğu erkek bebek istemiyor diye sonlandırmış ise kadın, o erkeği artık sevmiyecektir. Artık zoraki beraberlik durumuna gelen bu ilişki bir nedenle kesinlikle bitecektir. Kadın kürtajın intikamını ama kendinden ama erkeğinden alır. Alır ama bu iç muhasebe maalesef asla sonuçlanmaz.

Bir kez kürtaj yaptıran kadın, ikinci kez çok zor yatar o masaya. Bir kere gaflete düşmüş ise, dile getiremez, itiraf edemez ama ikinci seferde ne pahasına olursa olsun o kürtajı yaptırmaz. Bebeğin babası Guasimado bile olsa.

27 Mayıs 2012

Havalan'MA


Havalanmak sadece uçak ya da balon ile olmuyor. İnsanoğlu bunların icadı olmadan önce de gayet rahat havalanabiliyor idi. Şimdi de onlarla yâda onlarsız yine havalanmaya devam yüksek irtifalara doğru.
Nedir bu icatlardan daha eski olan ve bizi havalandıran. Biliyorsunuz, sizde de var zaten herkeste olduğu gibi. Ego. Ama hala havalarda değilim diyor iseniz ego uçuş aracınızın benzini yok demektir.

Yoksa araç halen hazırda sizi beklemektedir. Sadece havalanmaya yetecek kadar yakıtı yoktur. Koyun bir yakıtı bak nasıl havalanacaksınız birden.
Yakıt iki türlüdür; ya para ya da şöhret. İkisi bir arada, o da uzay uçuşu olur artik. Yükseldikçe yerçekimi azalır. Oksijen azalır.

Bazen öyle bir noktaya gelirsiniz ki, alçalmak için çok geçtir. Zira artik yerçekimi de yoktur geri dönüş için yakıt da. Öyle kayar gidersiniz uzay boşluğunda.


Mavi yerküreye özlemle bakar olursunuz ondan uzaklaşır iken aheste aheste. Ayağım yere bassa yeter dersiniz neresine olursa olsun. Ama ego havayollarının uçuşları tek gidişlidir, maalesef gidiş dönüş bileti yoktur bu havayollarında.

29 Nisan 2012

ErteleME


Ertelemek. Ruhun kaçınılmaz hastalığı. Ertelemek. Biliyor olmanın bir lütuf değil de artık sana bir yük oluyor hale geldiği vakitlerde başlar ertelemeler.

İrili ve ufaklı binlerce ertelemelere sahibiz hepimiz. Yapman gerektiğini ve zaruretini biliyorsun ama telafi etmek için daha ne kadar zamanın olduğunu bilmeden rahatça erteliyorsun. Hatta bunu çok fazla irdeleme ihtiyacı bile hissetmeden. Bu ne cüretkârlıktır? Bu ne vurdumduymazlıktır.

Ey ertelediği için bin pişman ölüler! Bir kalkın de ses verin biz acizlere. Zira anlamayız biz faniler kürek kürek toprak üstümüze atılmadan.

En büyük kayıp aslında en rahat ertelediğimiz. Ruh çelişik iken kan nasıl düzgün akar damarlarda, kalp nasıl vurabilir aynı ritimde yorulmadan ve beyin nasıl aşabilir bedenin aşamadığı mesafeleri? Ruh çelişik iken, biz nerede arıyoruz huzuru?

Ben bilmez iken cahil idim. Öğrenir iken cesur idim ki erteledim. Ama bilir iken acizim ki erteliyorum.

Sizin hangi ertelemeniz damarlarınızdaki kana komut veriyor. Hangi ertelemeniz, beyninize bir kamçı gibi vurur iken hala gülümsemeye devam edebiliyorsunuz? Hangi ertelemenizin asla dönüşü olmayacak? 

Ey ölüler, hayatta olanlardan daha çok fayda vardır esasında sizlerden bizlere. Bir dillenseniz, tüm âlimler dilini yutar. Sizi duyabilenler asla erteleme cesareti bulamaz kendinde. Bu tüm yaratılışına aykırıdır.

Ey ölüler, bir ses verin ki ertelemeler bitsin bu fani dünyada. Zira sizleri duyan erteleyemez, alim ise de, cahil ise de.

26 Ocak 2012

Yanlış İnfaz


Ne yaparsan yap, ne kadar direnirsen diren, tüm enerjini o yöne akıtmaya çalış, eğer yönün doğru değilse, patinaj çeken kabak bir lastiğe dönüyorsun zamanla.
Bildiğim ve gördüğüm odur ki, asla fıtratının dışında bir hayat yaşamaya ve ideallere ulaşmaya çabalamayacaksın. Oldu, o emellere ulaştın, bedelleri gelenden çok daha fazla olacaktır. Oldu ulaşamadın, kendine hak etmediğin başaramadım damgası vuracaksın ve mutsuz olacaksın.
Sonuçta fıtratının dışında her türlü yaşam, başarılı yâda başarısız gözüken, seni mutlu etmez. İnsanların arzuladığını, kendi arzuların olarak algıladıkça, hayat bir nehir gibi akıp gidecektir asla geri alınamaz şekilde.
Her insanın kendi içinde yaşattığı zarafeti olabilir. Ama bunun değerli olanı ancak dışarıdan diğer insanların algılayabildiği kadarıdır. Beni seviyor ama benim haberim yok, bana değer veriyor ama benim haberim yok, beni takdir ediyor ama benim haberim yok.

Kusura bakmasınlar ama böyle tipleri hiç iplemem. İçinde yaşadığını dışına vermekten korkanlar beni sevmesin arkadaş. İstemem silik, güvensiz kişilikleri. Nedir korktuğun, bilirse şımarır mı? , bilirse başıma kakar mı? Korkak. Hem de ne korkak.

Ben sevdiğimi ve takdir ettiğimi paylaşmaktan hiç korkmam, beni bilen bilir. Çünkü olur suiistimal olursa gönül evimin kapısının dışında bulur kendini hiç farkına bile varmadan. Selam verir, sohbet ederim yine, ama asla sevilmez tarafımdan eskisi gibi ve o anlam veremez belki bu sürece ama korkak olduğu için ne oluyor arkadaşlığımıza diye gelip soramaz da zaten sana. Öyle sıkışır kalır seninle ve sensizlik arasında.

Hiç korkum yok mu? Var tabi. Hem de ne korku. Hak yemek. Bu kadar kendi haklarının dokunulmazlığına ve saygınlığına önem veren bir şahsiyet olarak, bir başkası ile ilgili, haksız yargıdan ve haksız muamele etmekten çok çekinir ve korkarım. Bunu bana nasıl yapabildin ya da bunu bana nasıl söylersin sözü beni bitirir.

İnfazlar çok olur benim hayatımda, zamanı geldiğinde tereddüt etmem ipi çekerim, kim ucunda sallanan diye bakmadan. Ama bu kararlılık beni korkutur çoğu zaman yanlış infaz yapmış olmaktan. Zira çok geç olabiliyor bazen o arkadaşlık ipin ucunda sallanır iken. Çok korkarım yanlış infazlardan, hem de çok .

01 Ocak 2012

İhanet Mahkemeleri



Bir suçlu aramak gerekirse her zaman aldatan suçludur tabi. En azından yürek asla tersini söyleyemez. Aynı zamanda kendi başına gelebilir korkusu ile bu yıpratan ve yıkan olayı, kendi hayatından mümkün olduğunca uzak tutabilmek adına, suçlarsın her zaman için aldatanı.

Cinsiyet gözetmeksizin değerlendirmek gerekir ise, aldatmak bir sahtekarlıktır ve suçlu çarmıha gerilmeli, kızgın güneş altında aç ve susuz bırakılmalıdır. Aldatılan bunu ister aldatan için koşulsuzca.

Ceza kanununda suçun işlenip, işlenmediği as olandır ve hüküm bu karar üzerine verilir. Suçun işlenme nedeni, ancak akli dengesi yerinde olmadığı ya da nefsi müdafaa olması durumunda hüküm verilmesine engel olabilir. Bunun dışında tüm dış etkenler suçun varlığını ve kötülüğünü yok saydırmaz.

Bu durumda aldatan şahıs için, hüküm vermemek için iki gerekçemiz vardır, aklı denge bozukluğu ve nefsi müdafaa. Olayı bir cinayet değil de duygusal bir travma olarak ele alırsak, aklı denge bozukluğunu; duygusal ve cinsel tatminsizlik ve nefsi müdafaayı da; aşağılanma ve onay alamamaya tepki olarak tanımlayabiliriz.

Böyle bir girişten sonra hayalinizde İhanet Mahkemeleri’nin kurulduğunu canlandırmanızı istiyorum. Davalı; aldatan. Davacı; aldatılan.

Aldatan ne şartlarda suçsuz bulunabilir sizce? Aldatılan ne derece, aldatanın bu suçsuz bulunuşunu iç dünyasında kabullenebilir. Düşünün ki mahkeme kuruldu ve sizi aldatan eşiniz ya da sevgiliniz yukarıdaki iki gerekçeden birisini ispatlayarak suçsuz bulundu. ‘Tamamdır o zaman, adalet mülkün temelidir, gel canım tekrar yatak odamıza dönelim.’ mi diyeceksiniz?

Tabi ki bu imkânsız. Çünkü hukuk mantıksal değerlemeler ve karşılaştırmalar ile icra edilir. Ama bir ilişki tamamen duygusal beraberlik üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla aldatma sonrası ilişkilerin bitmesi, mantıksal değerlemeler ve eleştiriler sonucu değil tamamen duygusal reaksiyonlar akışında gerçekleşir. Mahkeme kurulamadan infaz gerçekleştirilir.

Bazı ilişkiler de vardır ki, aldatılan, aldatıldığını görmezden gelmeyi tercih eder ya da gözüne bariz batar bir durumda olay gerçekleşmiş ise de; ‘Medeni olalım, bunu çözebiliriz.’ yaklaşımları olur. Aldatılmayı bu şekilde karşılayabilen bir eş için şunlar söylenebilir; ilişkisinde duygusal boyut zaten yoktur ya da hiç olmamıştır veya aldatan zengin bir erkek ise de kesin nikâh öncesi evlilik sözleşmesi imzalattırmıştır.

Aldatan erkek yâda kadın fark etmez, ikisinin de birbirinden bu konuda üstünlüğü veya dokunulmazlığı olamaz tabi ki. Ama dişi, erkek kime sorarsanız sorun; ‘ Annenin mi babanı aldatması seni daha çok yıkar yoksa babanın anneni mi aldatması?’ sanırım cevabın çoğunlukla ‘Anne’ olarak geleceğinden siz de eminsinizdir.

Bunun altında yatan kadının bedenin doğurgan olmasından dolayı daha kutsal olarak kabul edilmesidir ve bu mabedin kirlenmesi tüm ilişkiyi, tüm evliliği hatta çocuklarını bile kirletir şeklinde algılanmasıdır. Burada kadının duygusal sorumlukları yine erkeğe göre maalesef daha yüklüdür ama yaratan tarafından bu yükü taşıma üzerine de erkeğe göre bin kez daha güçlü yaratılmıştır.   

Bir erkek aldatıyor ise, ona yaratanın lütuf olarak sunduğu kadının değerini algılayamamıştır. Bir kadın aldatıyor ise yaratanın kendisini bir mabet olarak dünyaya sunduğunu algılayamamıştır. Her ikisi de her halükarda ne büyük kayıptadırlar.