18 Şubat 2018

hatta(6dk.)


Gel gidelim, hatta hiç dönmeyelim. Kime hesap vereceğiz. Sen ve ben. Aşk dediğin iki kişilik değil mi? İstiyorsak neden olmasın?Korkuyor musun? Neden? Benle olmak mı yoksa başkalarından uzak olmak mı seni ürküten? Aşk nedir adını koy içinde bence. Koy tartıya, tart aşkını önce. Sonra bakalım beraber geleceğimize. Aşk ne ister? Sadakat mi? Yoksa cesaret mi? Önce cesaret. Önce sen ve diğerleri diyebilmek ister. Sen diyebiliyor musun, sen ve diğerleri? Ben tarttım aşkımı, eminim ki böyle konuşuyorum. Bu kadar emin iken tereddütlü olanla nasıl yola çıkarım. Bu yol bitirir bizi bir birimize dayanmaz isek. Bu yol cehennem yolu olur, eğer beraber cenneti görmek arzusunda değilsek.

kutu(6dk.)


"Neren buldun o kutuyu?" dedi. Oysa o kutu yıllardır o dolapta rafta duruyordu. Ama nedense aldım raftan bunca yıl sonra. Mazi bazen tetikler adamı. "Beni mi çağırdın?" der. Hayalet gibi karşına çıkar mazin. Bir kutudan karakterler saldırır üstüne. Hem kaçmak istersin hem de ne yapacaklar diye merak edersin. Ama şimdiki zamanın kahramanları girer devreye, senin mazin ile arana girerler. Bilmeden rahatsız olurlar mazinden. Mazini gömersin sen de tekrar. Toprağı onlar atarlar kürek kürek. Sen sadece tekrar kazar mıyım burayı bir gün diye düşünürsün. Bugünkiler sakın diye bakarlar gözünün içine. Tırsarsın ama mazinden değil gelecekten. Gelecek korkusudur maziden uzak durma refleksi. Evet, o kutuyu gömdüm tekrar ama tekrar da kazacağımı biliyorum. Çünkü o içimde, hep ortada duruyor. Bu dünyanın hayaletleri , sizden vazgeçecek gücüm olduğunda, siz beni bir hayalet olarak göreceksiniz. Korkacaksınız. İnsaf diyeceksiniz ama ben size bugünlerin hesabını soracağım. Acımadan ama keyfini çıkararak.

küçücük(6dk.)


Küçücük ayrıntılara takılıyor kadın. Oysa dev anası gibi her şey apaçık ortada. Kocasının neden karma salona gidiyormuş spor yapmak için, orada kadınlar da varmış. Ya adam spor yapmaya neden başladı sen onu sorgula bunca yıl sonra. Evliliklerin çoğunun içi çok boş. Mecburi beraberlik gibiler. Aşksız yapılmış mecburi bakılan çocuklar. Kadersiz şansız çocuklar. Doğarken kaos içine atılan çocuklar. Sevmediği adamdan çocuk sahibi olan kadınlar. Doğurduğundan kadın tiksinir mi? Bakınca herifi görüyorsa tiksinir. Ya da adamın onunla nasıl beraber olduğunu hatırlıyorsa tiksinir. Bahtsız kadınların ruhsuz evliliklerinden kaybolmuş çocuklar doğuyor. Sevmek lazım mutlu çocuklara sahip olmak için. Evlenmiş olmak için evlenen değil, doğurmak için doğuran değil, dünyadaki varlığını değerli görenlerden olup evlenmek lazım. Kızlar değerleme yaparken seçecekleri erkekleri, kıstaslarını gözden geçirmeli. Zor beğenen kızlar, gelişen erkekleri getirecektir. Erkekler seçen değil seçilen olmalı.

yorgun (6dk.)


Yorgun dizlerim bir konuşsa neler anlatacak. Sadece o değil , konuşabilen tüm organlarım bir senfoni olsa acaba, obuayı hangisi çalardı. Mideme batari çal derdim, zil çalmasından iyidir. Ne ince espri. Reklamlar. Reklam insanın kaderi. Reklamsız olmaz. İnsan reklam için konuşur. Yoksa neden konuşsun ki? İnsan reklam için yazar yoksa neden yazsın ki? İnsan reklam için sever, yoksa neden sevsin ki, demiyorum. Sevmek koşulsuzdur. Seviyorsan sevmiyormuş gibi yapamazsın. Sevmek sevilmeyi bekleme davetidir. Sevilmek için seversin , sevilmesen de seversin, üzülür büzülür ama yine de seversin. Tarihe meydan okur ama yine aynı sonuçlarla yüzleşirsin, reklam mıydı konu yok yorgun dizlerimden buraya geldim. Bu arada klarneti hangi organım çalacak. Bilmiyorum. Nota bilmeyen organlarım var zaten hepsi detone olur. O sese organlar gitmiş, ben o organım demiş, Acun da reklamlar demiş. Her şey reklam yani. Bu da bir reklam, az sonra yine reklam.

Kaldı (6dk.)


Oysa ne çok konuşacak kelimeler vardı. Ne çok ,dedikodular vardı. Hepsi yarım kaldı. Geveze adam değilimdir esasında ama kafa dengi adamı bulunca çenem iyi düşer tutamazsın. Kendimi dinler olurum bazen karşımdaki sustursun diye bakarım kendimce. Usansa da belli etmez zavallıcık. At gözüne yumruğu anlasın gereksiz nezaketin bedelini. Boş konuşuyoruz kardeşim işte , ne dinliyon edalı edalı. Yarım kaldı yine de hevesim sohbet devam ediyor olsa da. Dinleyicinin pasifi değil hınzırı lazım bana. "Hadi lan oradan. Amma attın haa. Çüşşşş artık" diyecek. Ya seni gazlayacak yada susturacak. Kalkıp gidecek sen tek başına konuşur kalıcan. Sessiz tepkiler çok daha etkili bence. Tokat vurmadan tokat atmak bir sanat. Tokat yemeyi seviyorum atan sık atmıyorsa, attı mı oturtuyorsa. Benim için, bana tokat atanı severim, kendi için tokat atanı aciz görürüm, ya yerim ya da silerim.

cesur yürek (6dk.)


O sahne, evet o sahnenin üstüne henüz görmedim. Kendi adıma söylüyorum ama gerçekten sizlerin de aynı fikirde olduğunu düşünüyorum. O bıçağın direğe bağlı kadının boğazını yararak hızla çekilişi ve kadının tek nefeste ölüşü. Sanki filmin başında film bitmiş gibi. "Artık ne olacak ki film izlenebilir olacak?" diye düşünüyorsun. İntikam mı? İntikamını alsa bile kocası, bir daha öyle bir aşkı yaşayamayacağını bilmek seni teselli etmiyor ki. Bazı kayıpların asla telafisi olamaz. Sadece gider ve biter. Yerini dolduran olmaz, sen de yerine ne koysan tutmaz. Tuğlalardan kaleler örersin kimse girmesin artık içeri diye. Kimsenin aşamadığı surları, biri gelir bir fiske ile yıkar girer, şaşarsın surlarının yıkılmışlığına, o şaşkınlıkta senin gönlünü kafesler. Boşa çıkar tüm yeminler. Eğer gönlün boş kalsın istiyorsan aksine surlar örme, yol geçen hanı gibi ol. Herkese hoş geldin, güle güle. Korkun yok konaklayandan, kalsın diye bir endişen de yok. Sen hancısın onlar yolcu. Hancı olacağım günleri arzu etmiyorum, ama gerekirse hancı olarak geleni geçeni çok güzel ağırlayabileceğimi biliyorum. 

17 Şubat 2018

hepimizin (6dk.)


Hepimizin valizleri kapının önündeydi. Birimizin hatasını yine grup olarak çekiyorduk. Grup olarak gezmelere pek alışamadım. Her kafadan bir ses çıkar. herkes çok iyi bilir. sussan bir türlü , ısrar etsen bir türlü. Roma'daydık. Sezar'ın mezarını arıyorduk. Grup olarak başka eğlencemiz yoktu. Sonra birimiz dedi bence Sezar tek parça gömülmedi. O zaman kafasını arayalım dedik. Napolyon da tek parça gömülmemiş. Hitler'in mezarı bile yok. Ne yani büyük adam olmak toprağa tek parça girememek demek mi. Hadi anlat Josefin. Neden aldattın Bonapart'ı, cevap yok. Ordunun motivasyona ihtiyacı vardı , subaylara moral veriyordu sanırım. Bürütüs nezle olmuş. Hapşururken hançeri kaza ,ile Sezar'a saplanmış. Pardon diyesiye ordaki herkes saplamış Sezar'a. Bürütüs yok mu mendili olan. Burnum kötü akıyor demiş. Sezar can verirken Bürütüs'ün mendil aramasını çok içerlemiş, "sen de nezle misin Bürütüs" demiş. Son nefesini vermiş. Kleopatra piramitlerde mangal yapıyormuş. Mangalı her zaman o yakarmış. Sezar'ın ölüm haberini duyunca, en azından ben Josefin gibi subaylarla yatmadım demiş. Bürütüs; "ne alaka.Sen de Antonya ile yattın" demiş. Kleo; "Antoni forvet oynuyor ve hiç ofsayta düşmüyor demiş.

Olurdu (6dk.)


Her zaman aynısı olurdu. Sapla saman birbirine karışırdı. Elimde değil. Zaman konusu girdi mi panikliyorum. Paniğin en kötüsü stadyumda olanı. İnsanlar birbirini eziyor. Canını kurtarma derdi ile diğer canları çiğne. Kurtulsan bile o travmayı atlatıp mutlu yaşar mı bir insan geri kalan hayatında. Asla demem, sevmem ama maça da gitmem. Ezmek ezilmişlere göre bir şey. Sahlep olsa da içsek. Yanmadan içemezsin, soğutsan lezzeti olmaz. Nasıl bir çelişki. Her keyfin bir bedeli mi olmalı. Üfleyerek içmek de ne komik. Bir de keyif diye plaza önlerinde titreyerek sigara içenler var. Onlar da komik. Giy miniyi topukluyu trend ol, sonra çık plaza önüne titreye titreye duman çek. Kadına sigara hiç yakışmıyor. Kızan kızsın. Ne kokusu ne görüntüsü. Erkek biçimsiz zaten. Kendine bir aksesuar bulmuş. İçtim ben de.

İftira(6dk.)


İftira atanın alnını karışlarım kaba tabirce. Bana ya da başkasına. Kabul edemiyorum. Asla. Bulanık görmek gibi dünyayı. İftira atarak bulandırıyorlar havayı. Sis düşüyor insanların gözlerine. Ufukları daralıyor. Küçültüyorlar dünyamızı iftira atarak. İftira kokuları parfüm kokularını bastırıyor. Güzel kokamıyor dünya, direnemiyor ihanete. İftira insanin insana değil, tüm dünyaya yaptığı bir hata. İftira atanı vurmak lazım. Hele bir kadına. Namusu üzerine iftira atanlar, aile yıkanlar, dünya savaşı çıkarmak ile aynı bana. Kurşuna dizin iftira edenleri. İtirazım yok. Ama iftira kurbanları orada olsunlar. İzlesinler. Yalvarmasını, öyle demek istememiştim diye acınmasını izlesinler. Tükürmek mi yüzüne. Evet. O tükürük yüzünde gitsin öbür tarafa. Orada da hatırlasın neden öldürüldü diye. İftira atan biriysen, benden kork ama daha çok kaderinden kork. Bumerang gibi seni vuracak. Yüzünde o tükürükle göçüp gidiceksin.

Kanlı İkizler



Ormanın içinde kendini hiç de yabancı hissetmiyordu. Sadece ay ışığının aydınlattığı gecede, evindeymiş gibi rahat ve huzurlu idi. Yüzünde ve ellerinde kurumuş kan lekeleri, geçmişinin değil geleceğinin haritası gibiydi. 
Düzlük bir yer buldu ve elindeki kazmayı yumuşak toprağa saplamaya başladı. Çukur büyüdükçe hürriyetine yaklaşıyordu kendince. Onun için saray bu çukur olacaktı. İştahla kazıyordu çukuru. Dikenli telleri aşıp, özgürlüğüne koşan hükümlülerin adımları nasıl hızlanırsa tellerden uzaklaştıkça, o da çukur derinleştikçe daha şevkle kazıyordu. Bir an duraksadı. O kızların cesetleri aklına geldi. Kanları elinde ve yüzünde olan kızların. Toprakta böceklere yemek olmak için sabırsızlanıyordu. Ateş böceklerinin sesleri müzik oluyordu ölümle son dansına. Rütbesiz gidecekti öbür tarafa. Rütbeleri sökülmüş gidecekti. Gözyaşlarının tadının bu denli tuzlu olduğunu ilk kez fark ediyordu. Çünkü bu denli ilk kez ağlıyordu. Ağlamayı kesmeye çalıştı, ölmekten korkuyor gibi kendi  kendine bile görünmek istemiyordu. Bu tek kişilik bir cenaze töreni idi. 
Oysa bu bitmez gecenin geçmiş sabahı sıradan bir günün başlangıcı idi. Güneş henüz kendini yeni gösterme çabalarında iken çoktan uyanmış ve kasabanın en bakımsız denecek bahçesini kendince temizlemek üzere hazırlıklara başlamıştı. Zira çoğu komşusunda olduğu gibi bu evi ve bahçesini düzenleyecek, çekip çevirecek bir kadın yoktu. Onun bir kadını yoktu. Vardı aslında ama uzun yıllardır yoktu. Yas tutmuyor yası bir ömür yaşıyordu. Varlığında üç harfli olan aşk yokluğunda yine üç harfli yas olmuştu. Bitmeyen aşk ancak bitmeyen yasa dönüşür. Kadını yaşarken bahçesinde renk renk çiçekler vardı. Çoğu sabah ondan önce kalkar ve en sevdiği papatyalardan ona bir taç hazırlardı. O mutfakta yiyecek bire şeyler hazırlarken yanında diz çöker ve kraliçesinin sadık bir şövalyesi gibi tacı başını öne eğerek ona doğru uzatırdı. “Tüm dünya şahit olsun Kraliçem, size hala aşığım. Gönlümün tek kraliçesi olarak lütfen tacınızı kabul ediniz” gibi samimi ve romantik sözlerle ilanı aşk yapardı. Kadını her seferinde sanki ilk kez bu sözleri duyuyormuş gibi heyecanlanır ve boncuk mavi gözlerindeki boncuk sevgi damlacıklarını saklamaya çabalardı. Aşkını her seferinde bu gizleme çabası onu ona daha çok aşık ederdi. Bir keresinde “madem öyle siz de benim gönlümün tek sahibi ve koruyucusu şövalyemsiniz.” deyip tezgâhın üzerinde boş olan bir tencereyi onun kafasına bir miğfer gibi giydirmişti. Burun hizasına kadar inen tencereden önünü göremediğinden komik bir durumda ayağa kalkıp onu öpmeye çabaladı ama görmeden dudaklarını bulamıyor gibi yaparak yanaklarını, kulaklarını öpücüklere boğuyordu. Kadın gülmekten ona karşılık veremiyordu, sonra birden geri çekildi ve tek hamlede onun dudaklarını bularak tutkuyla öpüverdi. Kadın ilk kez öpülüyormuşçasına sarsılmış şekilde ona bakarken, tencere miğferini kafasından çıkarmıştı ve şöyle demişti “Kör olsam bile kokun yeter dudaklarına kavuşmam için.” 
Şimdi ise bu kara çukurun başında burnu hiçbir kokuyu almıyordu. Gece gündüz farkı yoktu artık onun için. Tüm dünya ona siyah beyaz görünüyordu. Sadece tek rengi seçebiliyordu gözleri. Kırmızı. Siyah beyaz dünyada sadece ellerindeki kırmızı kan kalıntılarını görüyordu. Beyninin bu oyunu esasında hoşuna gidiyordu. Neden sadece kan rengini görüyorum diye bir kaygısı yoktu. Bu tokadı her an hissetmeye şu an ihtiyacı vardı. Sarışın ikiz kızların ikili at kuyruğu saçlarındaki tokalar da kırmızı idi. Neden kırmızı ki, siyah beyaz hatırlamak istiyor o anı. Ama tokalar kıpkırmızı zihninde yanıp duruyor. Doğdukları günü anımsıyordu. Zira ikiz beklemedikleri için doğum esnasında fazlaca havlu gerekmişti yan komşusuna. Tek başına kendince yas yaşayan bir adam olduğu için pek sıcak bir ilişkileri yoktu yan komşu aile ile ama zaruret onları onun kapısına getirmişti. Adam karısının doğum heyecanı ile kasabanın tek yaşlı ebesi kadın ne görev veriyor panik içinde halletmeye çabalıyordu. Zira ilk kızını kucağına ebe verdiğinde bitti diye rahatlamışken “ bir tane daha geliyor , çabuk temiz havlu getir” komutu ile şaşkına dönmüş ifadesi hala onun kapısına geldiğinde yüzünde idi. O sırada bahçede odun kesiyordu ve baltasını omuzuna dayayıp gelen panik adamı süzdü. Adamcağız kendine çeki düzen verircesine isteğini biraz daha usturuplu yeniden söyledi; “İkizmiş, havlumuz kalmadı. Rica etsem…” Cevap vermeden baltayla evin kapasını işaret etti ve “yatak odasında dolapta. Gir istediğin kadar al, ne gerekiyorsa al.” Dedi ve tekrar odunları sert ve muntazam darbelerle kesmeye devam etti. Komşusu tereddüt ile kapıya doğru ilerlerken baltanın çarpma sesi ile irkildi ve önce ondan kaçarcasına, sonra doğuma geç kalmama paniği ile eve dalıp havluları alıp çıkıverdi. 
Bir süre sonra kestiği odunları üş üste istiflemeye çalışırken komşusunu evin verandasının merdivenlerinde iki kolunda kanlı havlulara sarılı bebeklerle otururken gördü. Başını yere doğru iki kundağın arasına sokmuştu ve onun yanına geldiğini fark etmemişti. Kundaktaki bebeklerin yüzlerinde annelerinin kanı tam temizlenmemişti ve eksik başladıkları hayata merhaba der gibi değil de ne yapacaz biz der gibi ağlıyorlardı. Belli ki babalarının da durumu aynı idi. Adam komşusunun kafasının alnından tutarak yukarı kaldırdı. Bebeklerden yüzüne bulaşan kanlar gözyaşları ile karıştığından kan ağlıyor bakışları ile şöyle sayıkladı; “yetmedi, havlular yetmedi, çok kan vardı. Havlular yetmedi. Ben yetmedim…” 
Adam yaslı hayatında şaşırmayı bırakalı çok olmuştu ama buz kalpli biri de değildi. Her ne kadar buna çabalıyor olsa da, her ne kadar yüreğini yangınını buz kalıpları ile kapatmaya çabalıyor olsa da, buz kalpli biri değildi. Arkada kapıya yaslanarak adama ve bebeklerine bakarak ağlayan yaşlı ebeyi fark etti. Adam bir açıklama beklercesine ona bakınca “Tüm kasabanın havluları burada olsa sonuç değişmezdi maalesef. Çok kanaması vardı daha ilk bebekte. Kendini feda edercesine zorladı ikincisi için, zira o da ölmesin diye.” 
Cenaze törenin de kasabanın tanınmış simasının çoğu orada idi. O pek herkes ile bir arada olmaktan haz etmediği için uzaktan töreni izliyordu. Bebekler halalarının kucağında idi. Bu sefer temiz kundaklanmış görünüyorlardı ama kundakları siyah tüllerle sarmışlardı. Tören düzenine uysun diye ne ucuz bir görüntüydü bu. Mezar kapatıldıktan sonra komşusu tepelenmiş toprağın dibine çömeldi ve hafif yağan yağmurun yumuşattığı toprağa ellerini daldırdı ve öyle kaldı. Kollarından tutup onu da alıp götürmeyi denediler ama toprak pranga gibi bileklerine geçmiş onu bırakmıyordu sanki. Israr etmeden bir süreliğine onu orada bırakıp gittiler. 
Mezar başında elleri ile toprağa saplanmış adama yaklaştı. Kendi geçmiş halini izler gibi şaşkındı. Tepelenen toprağın diğer tarafında komşusun tam karşısında o da çömeldi. O da ellerini toprağa gömdü. Ellerini aşağıdan tutup çeken biri vardı sanki. Komşusuna bakmıyordu. Yağmur gözyaşlarını saklasa da göstermemek için hala çabalıyordu buz adam. Komşusu onun inlemelerini fark etti ve ona şöyle seslendi; 
“Sen mi yoksa ben mi daha çok acı çekicem. O kızlara nasıl sarılacam? Senin kadınını bir duman aldı götürdü. Ben kadınımı götüren evlatlarımla nasıl yaşıycam?” 
Adam duyduğu sözlerle toprağın altında ellerini tutan ellerin geri çekildiğini fark etti ve misyonu varmışçasına kendini toparladı. Ayağa kalkıp adamı iki yakasında çekerek topraktan söktü. Köksüz bir ağaç gibi ellerinde sallanan adamı daha da hırpalar şekilde sallamaya başladı. Adam kendini bırakmış başı düşük bir buğday dalı gibi sallanıyordu. Bunun yeterli olmayacağını anladı ve bir elini yakasından çekerek adama sağlam bir tokat oturttu. Öyle vurmuştu ki komşusuna, diğer yakası da elinden kurtuldu ve adam cansız bir kütük gibi yere yığıldı. Onu iki yakasında tutup tekrar kaldırdı ve burnunu burnuna kadar getirerek gözlerine gözleri ile haykırdı. 
“Sen kızlarında her gün onu göreceksin ve onun saçlarını okşayabileceksin. Ben ancak toprak beni çağırdığında ona kavuşabileceğim.” 
Komşusu daha inlemeli ağlıyordu ama tokatın acısı ile değil, gerçeği kabullenemediği için. “Hayır, hayır” diye geveledi. Adam bunun üzerine bir tokat daha yerleştirdi bunu adeta arzu eden komşusuna. Yere yığılan komşu ağzı kan içinde yerden adama doğru haykırdı bu kez. 
“Ben o bebeklere dokunamam. Onlara masallar okuyamam. Saçlarını tarayamam. Ben bittim. Ben yokum ki.” 
Adam çömeldi ve daha duygusal bir sesle komşuna konuştu. 
“Sen kadının seni hoş karşılasın diye, o bebeklere bakacaksın. Onları seveceksin. Sonra onlar büyüdükçe senin yaralarını saracak. Sonra onları, onlar seni seviyor diye seveceksin. Ama şimdi kadının ödediği bedelinin hakkını vereceksin. Erkek olacaksın ve bu bedelin altında kalmayacaksın.” 
Her kelimesi nedense zihnine kazındı zavallı babanın. Donup kalmış bir ifade vardı yüzünde. Biri onu almasa öyle kalacaktı sanki oralarda yıllarca. Adam sözlerin yerine ulaştığını fark edercesine gülümsedi ve ayağa kalkıp komşusuna elini uzattı. Komşusu ona elini uzatacak gücü bile bulamıyordu kendinde ama toprakta onu itiyordu sanki adama doğru. Çamurlu elleri öyle kuvvetlice birbirini tuttu ki komşusu tarifsiz bir güven içinde kendini hissetmeye başlamıştı. Sanki ölmüş babası yanındaydı. 
Şimdi ormanda kara bir puma gibi çukurun başında çökmüş bekliyordu. Ay ışığı sadece yeşil gözlerini parlattığı için kara bir puma görüntüsünde elleri ve dizleri üzerinde çökmüş duruyordu. Bir pumayı ancak açlık avlanmaya, öldürmeye yöneltir. Ama o hiç de aç değildi can alırken. O zevk için de öldürmemişti, intikam için de değildi. O mecburdu. Hayatını önemsediği için mecbur değildi. Sadece mecburdu. Tüm kasabanın gizemli kendi halinde bir adam olarak bildiği bu huysuz ve hırçın adam, şimdi bir puma edasında pençelerinde kan izlerine bakıyordu. Ama puma gibi yalanarak onları temizleyemeyecekti. Gerekte yoktu aslında.