20 Temmuz 2014

KNOWING IS A CRIME



When we go through an emotional breakdown caused by a heartbreak, does this ever have another reason apart from feeling humiliated by the one we love? Some feelings, however mature you may be, may easily tear you down. If you are a bat, during the day you can not hunt. You know that, for you, the day is the night.
When a person cannot truly analyze oneself, how can s/he know which is better: to hunt during the day or night? In case they see a man diving into the sea with a suit, everyone makes the same comment: “I guess he will commit suicide.” This is the position we put ourselves in, this is how ridiculous we may seem in a relationship. Without knowing we are actually a bat, we look for prey during the day. Or we try to dive into water and get used to getting cold inside with a suit on us. 
In a life led in herds, where the funny and contradictory events are abundant, how can the uniqueness of a single person affect the world? The only effect created, may be, the development of one’s own self.
Knowing is a crime; in case you have an obsession for teaching lessons or in case you have an ego. However, if you regard yourself as a deep well, and your knowledge as the water inside, someone will come up and benefit from it, to the extent of the rope they have or how thirsty they are inside. 

12 Temmuz 2014

Zamanı Geldi


"Kimsin?" dedim. Ses vermedi. "Kim olduğumu biliyorsun" dercesine bakıyordu derince. Rahatlığı beni rahatsız ediyordu ama haykıramıyordum. Gitmesini istiyor ama git diyemiyordum. Yüzündeki tebessüme sevinmeli miydim acaba? Kızgın bakmıyordu en azından; ne kadar da kendinden emin. Nasıl olur da koşulsuz onla geleceğimden emin ki bu denli rahat davranıyor?

"Vakit var mı daha?" derken kendi sesimi ben zor duydum ama o cevabı sözüm biterken anında verdi keskince; "Yeterli vaktin oldu." Başka soru istemez bir ses tonu ile gelen bir cevaptı bu. Zaten bende de ne başka soru var ne de direnme çabası; sadece bir ürkeklik bilinmezliğe dair.

Ayaklarımdan kan yukarı çekiliyor sanki. Tüm benliğimi bir şırınga ile bir tüpten çekiyorlar gibi. Bedenim gitgide boşalıyor, hafifliyor. Arada direnir gibi olduğumda daha şiddetli çekiliyorum içimden içeri. Onu göremiyorum artık ama onun cebinde duran emanet gibi hissediyorum kendimi. Uzun bir koridorda diğer uca doğru hızlıca ilerliyoruz; bende geride bıraktığımız noktaya bakma çabaları ama nafile. Birileri bedenimin başında tanıdık ama eskisi kadar değil. Peki bedenim orada ise beni kim nasıl nereye götürüyor? Yoksa, yoksa o gün bugün mü. Allah'ım...

Yaradanın isimini söylediğim an sallandı sanki tüm evren. Hem güvendeyim duygusu hem de çocukça bir ürkeklik büyük bir hata yapmışcasına.

Ondan geldin ona döneceksin. Bunu biliyordun. Artık yok geri dönüşün. Şimdi bir umut bekliyorum hoş karşılarlar beni diye.Tüm hayatım bir satır kadar kısa ve ezberimde her nasılsa. Silmek istediğim dakikalar var ama onları anımsadıkça daha da belirgin ortaya çıkıyorlar. Görünmesinler diye utanarak anımsamamaya çalıştıkça daha da belirgin yüzümü kızartanlar. Utanıyorum; çok utanıyorum.

Nasıl? Tabi tabi, benim o. O yuvadan düşen güvercin yavrusunu alıp yuvasına koymak için onca çabalayan. On beş yaşımda mıyım? O kadar olmuş mu, dün gibi. Sanki başım okşanacakmış ve bir aferin gelecekmiş umuduna nasıl sarıldım o ana şimdi. En azından utancım azaldı biraz. 

Neden bir ömür ağaçların altından yürümedim ki? Neden bir ömür tüm yuvalarından düşen kuş yavrularını yuvalarına  tekrar bırakmak hayat gayem olmadı? Nasıl atladım bunu? Nasıl vazgeçmişim bu hazdan ve bu ödülden? Nasıl? Nasıl?