26 Mart 2014

Israrın Zararı



Denenmişleri denemekten vazgeçemezsin bazı zamanlar. Tüm atasözlerini duymazdan gelir bir umutla tekrar denersin.
 
Değişmez yasaların senin için hususi değişeceğini umut ederek bir daha denersin. Şeytanın bacağını kıracağım diye betimleyerek bir daha denersin. 
 
Tüm dostların yeter artık dese de bir daha denersin. Göremediğini görenler çevrende çok olsa da onları duymazsın ve tükenene kadar umudun kendini azimli diye adlandırarak ısrarcı bir çocuk gibi yine denersin.
 
Oysa bu tekrar denemeler azimli olmandan değil çaresizliğindendir aslında. Alternatifini bulamadığın için elinde olana ısrarla sarılman ve ondan ayrılamaman. 
 
Ulaşamıyorsan istediğine, planlar doğru olsa da sonuçlar istediğin gibi değilse, vazgeçmeyi ve geri çekilmeyi bil. Geri çekilip kendini dinlemeyi ve izlemeyi bil.
 
O zaman göreceksin ki ya inandığın şey tam hazır değil, ya da sen onu gerçekleştirmek için henüz hazır değilsin. 
 
Geri çek kendini ve sessiz kal bir süre. Sadece su ve hava yeter bana bir süre de ve hafifle.
 
Bırak yeni kıvılcımlar canlansın beyninin kıvrımlarında. Yeni gelenin öncekinden çok daha büyük bir balık olduğunu göreceksin.
 
Ve ısrarla denediğin ve istediğinin aslında bu büyük balığı yakalamak için bir yem olduğunu farkedeceksin.
 
İşte o gün sihri çözeceksin. Böylece sükunetin, çığlıklara ve naralara karşı daha gösterişli ve etkileyici olacak. İnan.


16 Mart 2014

İç Ses



Kendimi deli gibi koşarken buldum. Bilmediğim sokaklara dalmışım haberim yok. Kalbimin ritmi tavan yapmış ama yorulmuyor bedenim.
Üzüntü ve kızgınlık, kazana atılan kömür gibi kor yapmış tüm benliğimi. Burnumdan buhar çıkarır gibi öfke kusuyorum adeta.
Yüzümü gören sanki katilmişim gibi bakıyor bana yada birazdan katil olacakmışım gibi. 
İçimde çok sık duymadığım o ses bu kez nasıl çığlıklar atıyor. O bağırdıkça derinlerde, kalbim damarlarıma abanıyor tüm adalelerimi gererek.
Şimdi cinnet denen görünmez canavar ile tanışıyorum işte. Aklımın hükmünü yitirmeye başladığı anlar.
En imkansız ve vahşetin, en akıllıcaymış gibi gelmeye başladığı dakikalar. Ve sanki suçu üstüne alacakmış gibi sana destek çıkan o nadir duyduğun iç ses.
Şimdi koşan bedenim değil beynim uçtan uça. Kaldırımda oturuyor olsam da beynim ışın hızında her yerde.
Geri, ileri bir video oynatıcı gibi sarıyorum yaşanmışlarım ve yapmayı planladıklarımı. Artık hem senaristi hem yönetmeni hem de oyuncusu olmuş durumdayım bana ait bir sahnelik bu filmimin, yapımcısı ise o iç ses.
Nerede olduğumu bilmez iken nasıl oldu da evimin kapısına böylesine çabuk geri geldim. karar alınmış olunca nasıl da farklı çalışıyor beyin. Ve bedenim de nasıl uyuyor ona ahenk ile.
En korkutucu ve zalimce durumların oluşumunda ne kadar organize çalışıyor zaaflar ve korkular.
Hala evdedir umudu ile sessizce giriyorum kendi evime sanki bir yabancıymışım gibi. İç ses sanki evimde daha yankılı ve gürültülü. Bir kaç farklı ses gibi aynı şeyleri tekrarlıyorlar zihnimde.
İtiraf etti diye kabullenebileceği mi nasıl sanabilir böylesine ben onu sever iken. O refleks tokatlara rağmen hala evde mi acaba?
Evet orada. Şöminenin karşısında oturmuş. Hala ağlıyor, sızlanıyor. Acaba beni üzdüğü için mi yoksa sert tepkimin etkisinden mi diye düşünüyorum.
İç ses bağırıyor :" Ne fark eder ki, öldür onu."
Evet ben neden geri geldim ki zaten? Şimdi yukarı yatak odasına çıkacağım ve komodinden silahımı alacağım.
İç ses sanki kahkahalar atıyor, öfke duygusu heyecana dönüşüyor, garip bir titreme önemli bir sınav öncesi gibi.
Tam yukarıya çıkmaya yöneldiğimde, merdivenlerin başındaki yüksek sehpada aradığımı gördüm. Silah. Ama neden orada? Neden yukarıda komodin de değil, aşağıda girişte karşımda?
Sanki evren bana hizmet ediyor gibi geliyor bir an ve keyifli gülümsüyorum doğru yolda olduğumun teyidi gibi. 
Ama bu sefer o dış ses her şeyi alt üst eden: "Gitsem de beni bulacaksın. Salsan da dönüp geleceksin. Affetsen de kendini yiyeceksin. O zaman uzatma çek tetiği."
Sessizlik. Neredesin iç ses. Hadi bas tetiğe.
Bak üstüme geliyor korkmadan. Yere bakan silah tutan elimi tutuyor şefkatle ve kaldırıyor nazikçe namlu kendi alnına denk gelince kadar. 
O bu kuvveti bulurken kendinde, ben bir tetiğe dokunamıyorum. Hatta korkuyorum kaza ile dokunacağım diye. İç ses! Hani öldürecektik onu? Neredesin? 
"Bu değil mi istediğin, delicesine sevdiğini, kanlara boğmak, hadi bitir şu işi"
Yok. Olamaz. Şimdi de parmağını tetikteki parmağımın üstüne koydu. Korkuyorum. Beni bırakıp gidecek diye çok korkuyorum. Ne yapmalıyım.? Bu ne sessizlik? Ne çok cevapsız soru zihnimde bir kaç salise içinde. Bu nasıl bir panik? Nasıl bir kaos? 
Hayır, bastırma parmağıma. Elimi çekmek istiyorum silahtan ama kabusta bağırmak isteyip de bağıramamak gibi, sinirlerim iletmiyor beynimin komutlarını kollarıma.
Bütün iletişim karışmış hem ruhsal hem de bedensel. O parmağıma basarken göz bebeklerine kilitleniyorum. Nasıl derin ve dingin bir mavi.
Bir enerji geliyor o göz bebeklerinden tüm benliğime. Ve iç ses sanki tren kaçıyormuş gibi parlıyor yeniden kısa ve öz.
Tetiğe basılasıya kadar onu bir daha duyamam kaygısı ile dediğini yapıyorum koşulsuzca. Sert bir bilek hareketi ile namluyu çeviriyorum kendime ve beraberce basıyoruz tetiğe ve beraberce bitiriyoruz beraberliğimizi.
Evet. Kesinlikle böylesi daha iyi. Tamamen sustu iç ses.