30 Ocak 2011

Var mıyız, Yok muyuz?



Bir gözlük getirdiler. Dediler ki; ''Bu gözlüğü takıp nereye bakarsan bak, tüm dünya görüşün değişecek, sarsılacaksın''.

Dedim ki; ''Bir gözlük neyi görmemi sağlayacak ki, böyle etki yaratacak''.

Tereddütsüz aldım ve taktım. Ani bir refleksle hemen çıkardım. Saliseler bana yıl gibi geldi.

Gizem ve merak tekrar gözlüğü bana taktırttı. Ama bu kez sakin ve temkinli. İnanılmaz bir his. Gözlüğü takmadan varsın, gözlüğü taktıktan sonra sen dahil hiç bir şey yada hiçbir kimse yok. Yada şöyle söyleyeyim; esasında her şey yok ama sen bunu ancak bu gözlükle görebiliyorsun.

Dediler ki bu gözlüğün özel camları, elektron mikroskobunun mercekleri gücünde imiş ve nereye bakarsan sadece orada var olan  atomları görebiliyorsun.

O gözlüğü takınca anladım ki, madde diye bir şey yok. Canlı cansız diye bir şey de yok. Ya her şey madde ya da hiçbir şey madde değil. Ya her şey canlı ya da hiçbir şey canlı değil.

O gözlüğü taktığınızda duvarlar yok, denizler yok, yer yok, gök yok. Gece yok. Gündüz yok. Hepsi ordalar ama yoklar. Sadece birbirinden farklı ışık kümelerinin karışımları ve ahenkleri. Hiçbir şey yok olmuyor. Sadece dağılıyor, yada renk değiştiriyor. Ama yok olan hiçbir şey yok.

Bu eğlenceli deneyim dakikalar geçtikçe ürperten bir kabus olmaya başladı. Kucağındaki köpeği ile bankta oturan bir yaşlı kadına bakıyorsunuz ve ne köpeği ne kadını nede bankı ayırt edip seçemiyorsunuz.

Hatta arkadaki ağaçları ve bankın üstünde durduğu uzun çimleri ile toprağı. Hepsi bir bütün. Hiç biri diğerinden ayırt edilemiyor.

Bu ürperten tecrübe biraz daha vakit ve tefekkür sonrası şöyle bir algıya dönüştü. Aslında hepimiz ve her şey bir bütünüz.

Neye yer, neye gök, neye canlı, neye cansız, neye gezegen, neye galaksi diyor iseniz deyin ama aslında hepsi bir bütünün parçaları.

Çünkü o gözlükle bunlardan hangisine bakarsanız bakın hepsinin aslında ne kadar homojen olduğunu görüyorsunuz. Sonuçta bana ait bir hücre, benim varlığımın ne kadar farkında ise; maalesef bizler de, ait olduğumuz bütünün o kadar farkındayız.

Umarım zaten var olmayan bu gözlüğe ihtiyaç duymadan bütünü görebiliyorsunuzdur.


23 Ocak 2011

Zaman Makinesi



Sadece beklemek. Yaparken en çok yoran en zahmetsiz iş. Beklemek. Herkes bir şeyi yada bir şeyleri beklemektedir. Farkında yada değil.

Bazen neyi bekliyor olduğumuzu ona ulaştığımızda fark ederiz. Deriz ki;  ''Ben bunca zamandır meğerse bunu bekliyormuşum''.

Bazıları da vardır ki, beklemeye tahammül edemez ve ısrarla kovalarlar ve kovaladıkça da ondan uzaklaşır duruma düşerler.

Şimdi nedir doğru olan; farkında değilmiş gibi umursamaz tavırla beklemek mi, yoksa beklediklerini yaşam nedenin olarak bilip realiteleri umursamadan ona doğru hareket etmek mi?

Bir ömür geçer. Çoluk çocuk koşuşturmalar. Bir yaş gelir ve hayatınıza dışarıdan bakabilme fırsatı bulursunuz. Ve derseniz ki o an; ''Benim yaşamdan beklentim bu değil idi''.

Bu, bir zaman makinesinin gerekliliğini kendi hayatınızda en derin hissettiğiniz anlardan biridir. Neyi bekliyor iseniz halen, ona ulaşmanızı bugünden sonra ki tercihleriniz belirler.

Şimdi düşünün ki, evinizde bir zaman makinesi var ve sadece bir seferlik kendi geçmiş hayatınızda bir yolculuk yapabilecek iseniz. Hangi ana ve olaya dönmeyi ve neyi değiştirmek isterdiniz. İşte sizin gelecekten beklediğiniz, geçmişinizde bu değiştirmek istediğiniz olay ile bağlantılıdır.

Geçmişler geleceğin enerjisidir. Yaşanmışlar, yaşanacakların nedeni ve aynı zamanda hammaddesidir.

Geçmişimizdeki değiştiremeyeceğimiz hatalarımızı telafi etmek adına gelecekten beklentiler ve umutlar oluştururuz.

Ruhumuzun geçmiş açlığını, gelecekten doyumsuz durarak kapatırız. O zaman makinesi ile hangi anınıza dönmek isterdiniz ve gelecekten beklentiniz bu anınızla örtüşüyor mu?

Eğer ki örtüşmüyorsa bilin ki, o beklentinize ulaşsanız bile, iç huzurunuz asla gelmeyecek ve yeni beklentiler tekrar benliğinizde oluşacaktır.

Şimdi o zaman makinesine binip, o anı yakalayın lütfen. O an, geçmişin size sunduğu, gelecekteki mutluluğunuzun anahtarıdır. İyi yolculuklar dilerim.

16 Ocak 2011

Doğuramayan Köleler



Kadın olmanın en büyük nimeti doğurganlık. Öyle ki, Yaratan tarafından kutsanmaları adına, onlara bahşedilmiş bir lütuf.

Erkeğin her yapabildiğine ya da becerdiğine, ben de varım diyen bir kadın olmasına karşın, kadının sadece yaradılışının lütfu ile sahip olduğu doğurganlığa, erkeğin sahip olabilmesi ne bugün nede gelecekte mümkün olamayacaktır.

Dolayısıyla şu kesin ki, erkek olarak,  her zaman bir farkla bu rekabeti yenik kapatacağımız,  tabiatımız itibari ile tescillenmiş durumdadır.

Düşünsenize bilinçaltında bu olgu,  biz erkeklerde nasıl bir etkileşim yapıyor acaba?

Bir yanda soyunu devam ettirme takıntılı egosu ve bir yanda da bunu başarabilmek için bir kadına muhtaç olması ve bunun asla değişmeyecek olması.

Öte yandan her başarılı erkeğin arkasındaki sessiz güçlü kadın realitesi var. Ya da yine fenomen olmuş başka bir başarılı yalnız erkeğin,  geçmişinde yaşadığı ilişkilerden birindeki derin yaralar açan kadından gelen acılar sayesinde elde ettiği başarı hikayesi.

Bir şekilde kadın, varlığı ya da yokluğu ile erkeği yüceltebiliyor. Bu nasıl bir güç ki hiçbir erkek asla sahip olamaz ve buna karşın hala biz erkekler kendimizi kadınlardan güçlü sanarız.

Akıllı erkek, her kadının ne derece güce sahip olduğunu çok iyi bilir ve asla küçümsemez.

Erkekler doğuramazlar ve asla doğuramayacaklar. Kadınlar şu güncel yaşamda çocuk sahibi olmayı bir engel ya da ağır yük gördükçe, sahip oldukları gerçek kozu kullanmaktan uzaklaşıyor ve daha güçsüz duruma düşüyorlar esasında.

Biz erkekler, asla bir kadın gibi böylesi kutsal bir görevi yerine getiremeyecek olmanın verdiği gizli kompleksle, kadınlardan üste görünme egosunun etkisinden kurtulamayacağız ama,  bizi, bizim silahlarımızla alt etmeye çalışan ve asıl sahip olduğu benzersiz kozlarından uzaklaşan kadınlar da ışığı görebilseler de güneşe asla dokunamayacaklardır.

Tıp amansız hastalıklara alternatif tedaviler bulmak üzere hep gelişsin ve yenilensin. Ama umarım asla erkelerin hamile kalıp doğurabilmesini sağlayacak duruma gelemesin.

Çünkü bu, tüm toplumsal yaşam içindeki,  erkek ego rekabetlerinin,  ve aynı zamanda  kadınların sahip olup da farkında olmadıkları gizli krallıklarının çöküşü olur.

Yaşasın kadınların gizli Krallığı. Yaşasın doğuramayan köle Erkekler !


12 Ocak 2011

Yoruldum Diyorsanız?



Yorgun olmak nedir kırklı yaşlara yaklaşırken anlıyorum. Ruhu yormadan yaşamak, çabası olmalı insanın.

Bedeni veya kafayı fazla yormadan yada gereksiz benlik kaygılarından dolayı yıpranmadan bir hayat yaşamalı aklıselim insan.

Öfke, korku, hırs, şehvet, bunlar sizi yıpratır ama bitirmez. Ama yoruldum dediğinizde bitme noktasına çok yakınsınızdır ve bu bitişin dönüşü olmaz.
İlginç olan yorgunluğunuzun uzun zamandır sizi etkiliyor olmasına rağmen onun farkında olmadan kendinizi daha fazla yoran çırpınmalar içinde olmanızdır.

Ve bir an gelir ve tüm sözler tükenir ve sadece içinizde şu kelime yankılanır;

''Yoruldum''.

Artık dinlenmeye çekilme zamanıdır. Ruhunuzun enerjisinin tükenmiş hatta ekside olduğunu fark edersiniz. Şarj edecek bir tane bile priz bulamazsınız.

Yorgun ruhlar ,dingin ruhlar gibi sessiz ve derin değil , karmaşık ve pürüzlü bir hal sergilerler.

Yorgun bir ruh, daha fazla bilgi ile dinlenmez aksine daha da çöker. Yorgun ruh öğrenmek istemez bildiklerinden yakınıyor duruma geldiği için.

Kişinin ''çok yorgunum'' demesi ile ''artık yoruldum'' demesi ayrı manalardadır. Bazen yüzlerce kelimenin yerine geçer içten bir tonla söylenen ''yoruldum'' kelimesi.

Bu tonda birine yada kendinize ''artık yoruldum'' diyor iseniz , yürüdüğünüz yol bir çatala yaklaşıyor ve yakın zamanda sizi bir karar anı bekliyor demektir.

Öyle ki bu tercih sizi ya kazanan ya kayıp eden yapacaktır. Çatallı yollarda doğru kararlar dilerim.