21 Haziran 2010

Kuyumculuk Buzul Çağda

''Değişmeyen tek değişim''. Klişe bir özdeyiş ama asla önemini ve güncelliğini kayıp etmiyor.

Kuyumculuk sektöründe şu son 3 yıllık dönemi, dünyanın buzul çağına geçişi ve dinozorların yok olma dönemine benzetebiliriz.

Evet dinozorlar ölecek. Açlık ve susuzluktan birbirlerini avlayarak, yiyerek kendilerini tüketecekler.
Ons'un enternasyonal değerinin bu denli artması ve aynı zamanda dünyanın bir çok ülkesi gibi ülkemizde de yaşanan ekonomik buhranlar buzul çağını getirmiştir.

Tüm kuyumculuk piyasası buz tutmuştur. İklim bu denli değiştiği bir dönemde, yaşayan canlı türlerinin çeşitliliğinde azalış olması ve hayatta kalan canlıların da ancak evrim geçirerek bunu başaracak olması kuyumcular ve onlarının tedarikçi yada üretici firmaları için de geçerlidir.

Kimler gidecek, kimler kalacak?
''Yokluk yiğitliği bozar'' demiş atalar. Bir kere gelenek görenek diye düğünlerde şartlar ne olursa olsun altın alınacaktır ve takılacaktır düşüncesini savunanlara cevap vereyim; çok beklersiniz.

Ons şuan ki değerinden 500 ila 600 USD'lik değerlere inmedikçe ne gelenek, ne de görenek, hatta zor görür damat ile gelin kendilerine takılan ''çeyrek''.

Altın artık altın olmuştur. Gümüş takıda markalaşma gelişecek ama bu sürece dek amatör bir çok küçük büyük gümüş mağazaları açılacaktır.

Kuyumculardan evrim geçirenler iki ana tür de yaşama devam edeceklerdir. Sarraflar; sadece çeyrek, yarım, ata denen ziynetleri satan ve alanlar ve Mücevheratçılar; değerli ve yarı değerli taşlar ile altını işleyerek butik mağazalarda satanlar.

Bu iki gruba şu an var olan her 10 kuyumcudan sadece 3 tanesi maalesef ulaşabilecektir. Diğer 7 tanesi evrim geçiremeyerek diğerlerine yem olacaktır.

Evrim geçirenlerden de ancak 1 tanesi Mücevheratçı olabilecektir. Diğer 2 si ise Sarraf olarak ticari yaşamına devam edebilecektir.

Oranlar bu olduğunda görünen net bir sonuç var ki evrim sonuçlandığında ,adet bazında kuyumcu sayısı % 70 azalmış olacaktır (bu azalma 2007 sonundan itibaren başlamış ve hızlanan bir ivmeye sahiptir) ama ciro bazında iddia ederim ki az kanal ama yüklü rakamlar oluşacaktır.

Günümüzün Marka Takı tedarikçi yada üreticileri içinse evrim farklı işlemeyecektir. Vitrinlerindeki yüklü stoklardan yada bayilerinde yüklü has alacaklarından en hızlı kurtulan evrime en çabuk adapte olabilen olacaktır.

Bu tarz markaların asla sarraf grubuna hizmet etmesi söz konusu olmadığı için, Mücevherat dalında gelişmeli ve kusursuza yakın performanslar sergileyecek vizyon ve yaratıcılığa dönük ekiplerini oluşturmalıdırlar.

Aynı oran hazırda olan marka bayileri için de geçerlidir. Her 10 bayiden 7 si kapanacak , 3 ü devam edebilecek ama ancak 1 tanesi gerçek Mücevher satıcısı olmayı başaracaktır.

Mücevheratcılıkta başarı ''tasarım gücü'' ile olacaktır. Tasarım da güç de ancak Mühendislik, Yazılım ve Hayal Gücünün sinerjisi ile elde edilebilecektir.
Son olarak şunu sormak isterim ; çevremizdeki her bir insanın üzerinde yada evinde (alyans dahil) altın takı yok ama her biri ayakkabı giyiyorlar.

O zaman neden her semtte hala ayakkabıcıdan çok kuyumcu var?

Kuyumcular için evrim zamanı; ya ölün ya da değişin.

12 Haziran 2010

Oğuz Bizi Affet....

On yıl. Yaşamak için savaşla geçen on yıl. Kendinden çok annesinin onun yaşaması için savaştığı on yıl. Oğuz 'dan bahsediyorum. Beynindeki tümör alınmasına rağmen ruhunu aramızda tutamadığımız çocukluk arkadaşım Oğuz' dan. Evladım var diye daha çok yanıyor içim onun arkadaşım olmasından mada. Çünkü annesinin on yıldır yıkılmayan surlarının, yerle bir olduğunu gördüm bugün Oğuz'umun cenaze töreninde.
Bir anne sevinebilir mi artık oğlum acı çekmeyecek kurtuldu diye. Tabi ki hayır. En kötüsü de bu zaten. Bir anne asla yavrusunun ölümünü görmek istemez. Ama onu acı çekerken de görmeye yüreği dayanamaz. Ne zordur bu iki kuvvetli duygunun arasında sıkışmak.
Oğuz'umun babası bu on yıllık süreyi doldurma gücüne sahip değildi maalesef. Baba yüreği ancak iki üç yıl dayandı bu acıya. Ne derin yaralar var bazı ailelerde. Asla kapanmaz. Belki kabuk tutar. Ama kapanmaz. Biraz kıpırdat yine kanar ince ince.
Üzüntü kadar mahçubiyet de vardı arkadaşları olarak orada hazır duran bizlerde. Acaba yeterince yanında olabildik mi bu on yılda Oğuz'umun? Hayır. Soru ne biliyor musunuz? Neden çok sevdiğiniz biri, çok kötü sağlık şartları altında yıllarca yaşama savaşı verirken, siz yeterince yanında olmuyorsunuz? Çünkü onu hep o sağlıklı günlerindeki neşeli ve mutlu haliyle hatırlamak istiyorsunuz. Egoistçe değil mi?
Acaba Oğuz'un istediği de bu muydu? O toprağın altında ilk gecesini geçiriken, ben bu kelimeleri yazıyor ve biliyorum ki, ne pahasına olursa olsun, ne kadar yaralarsa yaralısın, ne kadar acıtırsa acıtsın, ölümle savaşan bir arkadaşınız var ise, onla çok sık beraber olmalısınız. Çünkü o bunu ister.
Affet beni kardeşim. Korkalığımdan dolayı affet. Acizliğimden dolayı affet. Orada görüşürüz inşallah. Hakkını helal et Oğuz. Lütfen...




08 Haziran 2010

Altın Gerçek Güçtür

Ne olacak bu altın fiyatları?

Herkesin aklında aynı soru bu aralar. Geleceği okumaya çalışan ekonomistler; bir çok haklı gerekçeler ama ne olacağına istinaden değil tabi. Olduktan sonrasına, neden sonuç ilişkisi açıklamaları yapılabiliyor ancak.

Söz konusu altın ise, geleceğe değil tarihe bakmak lazım.

Altın'ın tüm sabıka kayıtlarını incelemek lazım. Nice medeniyetlerin varoluş nedeni ve aynı zamanda da nice medeniyetlerin yok olma nedenidir Altın.

Eğer Altın çok kıymetleniyorsa, çok arzu ediliyor ya da tercih ediliyor demektir. Ama tüketici tarafından değil, malum düzen kurucuları tarafından. 

Bu da bize bugünün şartlarına göre ''Yeni  Medeniyetin'' geldiğinin işaretidir ve tabi ki ''Eski Medeniyetin'' de yok olmaya gittiğinin.

Bayraklar ve milletler diye bakmamalı bu söylediklerime. Medeniyet gayet doğru dolduruyor vermek istediğim manayı.

İklimler değişti, iletişim değişti, alışveriş değişti, ilişkiler değişti, çocuklar değişti, sınırlar değişti. ''Yeni  Medeniyet'' var etmeye çalışıyor kendini son on yıldır. Hem de ''Eski Medeniyeti'' tüketip ezerek.

Küreselleşme, kapitalizim gibi terimlere gerek yok. Yüzleşelim gelen ''Yeni Medeniyet'' ile. Yeni medeniyet aç ve doyumsuz. Gücü seviyor ve gerçek güç de Altın'dır diyor.

Eski medeniyetin gücü Silah idi. Sadece ilkel toplumlara karşı kullanılabilen bir güç. Yeni medeniyet güç Para'dır diyor, Para da Altın'dır diyor.

Altın daha da yükselecek. Ne zaman ki ''Eski Medeniyeti'' tamamen ortadan kaldıracak o zaman sakinleşecek Bay Altın.

Zaman malum düzen kurucular tarafından, tüm memleketlerdeki altınları (yastık altı veya üstü )vakumlama zamanıdır.

Gerçek şu ki, yeni neye sahip oluyorsan ol, elindeki Altın gitmişse yok olan ''Eski Medeniyetin'' bir üyesisin. Ve sesizce yeni efendini ve onun kurallarını bekleyeceksin.

Yazık. Çok yazık.

06 Haziran 2010

Kaybetmek Kazanmaktır



Esasında kendini çok kasmamak lazım eğer kaybediyorsan. Kaybetmek gereklidir bazen.
Senin kaybın başkasına ödül ya da nimet oluyordur aynı anda. Başkalarının da nasiplenmesine fırsat vermek büyüklüktür ve karşılığı sonradan mutlaka gelir.
Bırakmak istemezsin elindekini, mücadele edersin her ne kadar elindekinin kayıp gittiğini görsen bile.
Oysa bırak eksilsin bir şeyler sahip olduklarından ve bekle bunu kabul ediyor olmanın hafifliğini ve ödüllerini.
Ancak şansa kazanmış olduğuna inanmayanların yapabileceği bir şeydir bu. Çünkü o,  yeniden sahip olabilme konusunda endişe duymamaktadır zira nasıl tekrar kazanabileceğini biliyordur.
Ama kişi kısmetli olduğu için sahip ise bir şeye, ya onu kaybederse diye yanar tutuşur. Buda onun sınavıdır ve onun için kısmet ismi altında ona sunulmuştur zaten.
Kaybetmekten korkmayanlar kazanmaktadır daha çok. Kimisi blöf zanneder çok yanılır. Kurşunun üzerine giden ölümsüz adam gibidir kendini bilenler. Öldürülse de dirileceğini bilir ve onu öldüren kendini öldürür acizliği ile. O sadece seyreder acıyarak kendisine bunu yapmak cüretinde bulunmuş cahil katili. Ancak cehalet zaten bu tarz cesaretin kaynağı olabilir.
Alev alev parlamak ve göz almak çok etkileyicidir izleyenler için ama küllerinden yeniden alevlenenlerin yarattığı etki daha muazzam ve kalıcı olur. Dolayısıyla yanmaktan hatta kül olmaktan asla korkmam. Zira küllerimden kendimi yeniden var etmek,  bir ömürde bir kaç hayat yaşayabilme imkanını getirir bana.


Sıfır Ego Yoktur

Oldum olası sevmem ''güzel bir sabah idi'' diye başlayan cümleleri ve paragrafları. Pek samimi gelmez bana. Gecenin karanlığından güneşe kavuşan her gün ve sabah güzeldir görebilene.


Buna benzer bir durumda ''çok dürüst bir adamdı'' cümlesinde var. Adam dürüst hem de çok dürüst. Birisi bana dürüstlüğün azı nasıl oluyor açıklayabilir mi acaba? 

Bir adam ya dürüsttür ya da değil. Azı çoğu olmaz. Bunun gibi birçok anlam karmaşalarıyla iç içe yaşıyoruz. Yaşamak zorundayız.

Herkesin su gibi berrak ve duru olduğunu, bir filozof edasıyla yaşama baktığını düşünsenize. Ve ya bir ormanda her canlının aslan, ya da her canlının bir antilop olduğunu düşünsenize. Sanırım hiç belgesel film çekilmez idi.

Hepimiz aynı kişiye usanmadan, ya da farkında olmadan, ya da istemeden hep yalan söyleriz. Birçok kişiden, onlara yalan söylemekten çekinmemize rağmen, o kişiden hiçbirimiz çekinmeyiz. O kişi kendimiz iz, maalesef. Bize en çok zarar veren yine biziz.


Dünyanın dönmesini sağlayan kuvvettin kaynağını açıklamak hala çok zor ama insanlığın teknoloji ve bilimsel olarak gelişirken, insani olarak ilkelleşiyor olmasının kaynağını ‘Ego’ olarak tanımlayabiliriz sanırım.

Peki ideal yaşam ortamı, hiçbir insanın egosunun kontrolünde olmadığı bir toplum mudur?


Zihnimde bile canlandıramıyorum; egosuz bir toplum?

Böyle bir toplum ki tüm dünya genelinde olsa, sanırım yaşantımızdan direk eksilecek ve yaşam standartlarımızı direk değiştirecek başlıca kavramlar, sanat ve bilim olacaktır.


Daha birçok kavramın eksileceği kurgusunu artık siz oluşturabilirsiniz. Ama sadece sanat ve bilim yokluğu var sayıldığında esasında egonun gerekliliğini algılamış oluyoruz.

Büyük fetihlerin, büyük buluşların, büyük bestelerin ve büyük edebi eserlerin kaynağı egodur.


Kendi egosunu, kendi kölesi yapıp yok etmiş, büyük filozoflardan Mevlana’nın, Mesnevi’sinde bile gizli bir ego vardır.

Yaratana yaratılmışın aşkını sunuşunda bile kısmen ego vardır. Zira o aşkı sunuşun ucunda, Yaratılan tarafından daha çok sevilebilmek arzusu vardır.

Sevmek bile karşıdan sevilmek beklentisini getiren bir egodur. Varın siz düşünün, sıfır ego ile yaşayan biri var olabilir mi?